Gençleri milli ülküler doğrultusunda eğitip onları geleceğin yönetim kadroları haline getirmek için
öncelikle sağlam bir siyasi irade lazım gelmektedir. Türk siyasi tarihinde dönemsel şartlar gereği
köklü bir gençlik politikasının uygulandığı görülmemiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne kadar
var olan Türk devletlerinde siyasi yapı gereği yönetici kesimin hanedanlık usulünce belirlenmiş
olması, gelecekte yönetici olacaklar için köklü bir politika uygulanmasını engellemiştir ki gelecekte
yönetici olacakların sayısı daima sınırlı kalmıştır. Bu durum Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde
biraz farklılık göstermiştir. Fransız İhtilali sonrası tüm dünyada gelişen gençlik hareketleri,
yıkılmaya doğru hızla ilerleyen Osmanlı’da da kendini göstermiştir. Gelişen bu gençlik hareketleri
devletin politikalarında bile değişikliklere sebep olmuş hatta padişahın tahtan indirilmesine ve
rejim değişikliğine kadar gitmiştir.[2]
Sultan Abdülaziz’in meşrutiyeti kabul etmemesi üzerine zaten ordu içerisinde var olan huzursuzluk
medrese/üniversite öğrencilerine de yansımış, nihayetinde 10 Mayıs 1876’da tarihe “Talebe-i
Ulum Mitingi” olarak geçen büyük bir öğrenci nümayişi İstanbul’da patlak vermiştir. Olayların
neticesinde 29 Mayıs 1876’da Sultan Abdülaziz tahttan indirilip yerine V. Murat geçirilmiştir.[3]
V. Murat da Meşrutiyet’i ilan etmeyince 23 Aralık 1876’da tahttan indirilmiş ve yerine meşrutiyeti
ilan edeceğini beyan eden ΙΙ. Abdülhamit geçirilmiştir.[4]
Böylece Türk tarihinde ilk defa siyasi amaçlı geniş kapsamlı bir gençlik hareketi vuku bulmuştur.
Bu tarihten itibaren giderek artan dozlarda gençlik hareketleri görülmüştür. Bunlardan bazılarının
siyasal ve toplumsal etkileri büyük olmuştur.
Osmanlı’da görülen ve yine padişah ve rejim değişikliğiyle sonuçlanan Jön Türk İhtilali’nde de
yine genç öğrenciler ön planda yer almışlardır.[5] ΙΙ. Abdülhamit 1876’da Meşrutiyet’i kabul
ettikten sonra 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sebebiyle rejimi askıya almış ve mutlaki
rejimi tekrar devreye sokmuştur.[6] Devamında gelişen olaylar neticesinde ordu ve öğrenciler
hareketlenmiş ve Resneli Niyazi ve Enver Paşa önderliğinde başlayan Makedonya İhtilali
neticesinde II. Abdülhamit II. Meşrutiyet’i ilan etmek zorunda kalmıştır (Temmuz 1908).[7]
Osmanlı’da meydana gelen bu iki olay ve akabinde yaşananlar, büyük oranda bir gençlik hareketidir.
Zira özellikle II. Meşrutiyet’in ilanına sebep olan Makedonya İhtilali genç subaylar tarafından
başlatılmış olmakla beraber, bu ihtilal ordunun doğrudan bir hareketi veya darbesi değil, tamamen
genç subayların inisiyatifi ile şekillenmiştir. Harbiye’de, Tıbbiye’de vs yerlerde eğitim aldıktan
sonra devlet kademelerine yerleşen aydın Türk gençleri, yıkılmakta olan devleti kurtarmak için
çağdaş siyasal fikirleri etkin hale getirme çabasına girmişlerdir. Bu dönemde gençliği örgütleyen
ve olaylara yön veren Jön Türkler, İttihatçılar hakkında günümüzde farklı görüşler ileri sürülse de
bunların olayları yönlendiren bir gençlik hareketi olması, gençliğin ne derece etkin bir konumda
bulunduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Osmanlı’nın ardından yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde gençlik oluşumları daha da
farklı ve bilinçli bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Bu defa gençleri bilinçli şekilde eğitip örgütleme
işini bizzat devlet üstlenmiştir. Gençleri milli şuurla donatarak geleceğe hazırlama ideali devlet
politikası haline getirilmiştir.[8] Bu politika eğitimin her safhasında işlenmiş, özellikle Osmanlı
Devleti döneminde çeşitli sebeplerden ihmal edilmiş Türk dili, Türk kültürü ve Türk tarihi
konularında etkili bir eğitim ve öğretim programı takip edilmiştir. Böylece Türk inkılâbının
esaslarına bağlı, Türklük şuurunu taşıyan bir gençlik yetiştirilmeye çalışılmıştır.[9]
Uygulanan program neticesinde daha önceleri adı “Darü’l-fünun Talebe Cemiyeti” olan öğrenci
hareketi 1924 yılında fakültelerin talebe birliklerinin ortak kararı ile “Milli Türk Talebe Birliği”
adını almıştır. MTTB daha sonraları birçok milli konuda tepkisini ortaya koymuş, hatta bu
tepkilerden bazıları aşırıya kaçtığı için bazı öğrenciler tutuklanıp yargılanmışlardır. Bu dönem
Türk Gençliğinin üzerinde en fazla durduğu konu “Türkçe” olmuştur. Yurt genelinde MTTB’nin
önderliğinde Türkçe konuşma kampanyaları düzenlenmiş, bazı azınlık kurumlarının ısrarla Türkçe
konuşmamaları protesto edilmiştir.
Türk Gençliği, Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde milli bilinçlenme yolunda önemli adımlar atmış ve
toplumsal düzeyde az da olsa destek bulmuştur. Atatürk döneminin ardından Türk Gençliği, hükümet
edenler tarafından siyasal zemine çekilmeye çalışılmıştır. Böylece gençliğin potansiyelinden ve
toplum üzerindeki etkisinden yararlanılarak siyasal kazanım elde edilmeye çalışılmıştır. Atatürk
döneminin ardından değişen iç ve dış politika neticesinde milli konulardan da taviz verilmeye
başlanmış ve gençlik, gayrı milli ideolojilerin pençesine doğru itilmiştir. 1940’lı yıllarda üniversite
gençliği içinde komünizm düşüncesinin hızla yayılmaya/yaydırılmaya başladığı görülmüştür.
Birtakım siyasiler ve akademisyenler, gençleri yoğun bir şekilde komünist propangandaya tabi
tutmuş sonucunda da gençlik içinde bölünmeler baş göstermiştir. Özellikle gençlik, komünist ve
sol düşünceye sahip olanlar ile milli duygulara sahip olanlar diye iki saf tutmuş ve uzun yıllar
sürecek olan, sonunda 20. yüzyıl Türk Siyasi Tarihinde büyük etki bırakacak bir mücadelenin ilk
adımını atmıştır.
“Bu sıralarda Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanı bulunuyordu. Memlekette ise teröre ve baskıya
dayanan bir dikta rejimi bütün şiddetiyle hüküm sürmekteydi. Bayramlarda bütün şehirlerimizin
sokaklarına ‘tek parti, tek şef, tek millet’ gibi vecizeler taşıyan dövizler asılıyordu. İşte bu hava içinde
birçok komünist ve solcular yüksek makam sahiplerinin çeşitli zaaflarını kullanarak üniversitelere,
okullara ve önemli müesseselere sızmışlardı. Başbakan Şükrü Saraçoğlu da TBMM’de yapmış
olduğu konuşma ile ‘Ben Türkçü bir Başbakanım. Türkçülük bizim için bir kültür meselesi olduğu
kadar, bir kan meselesidir’ demiştir.
Tanınmış Türk düşünürü şair ve yazar Nihal Atsız bu sıralarda Boğaziçi Lisesinde edebiyat
öğretmeni bulunuyordu ve Orhun Dergisini yayınlamaktaydı. Milliyetçi bir dergi olan Orhun,
Başbakanın bu Milliyetçilik anlayışına kayıtsız kalmadı. Ve Nihal Atsız, Şükrü Saraçoğlu’na hitap
eden iki açık mektup yayınladı.”[10]
Nihal Atsız bu mektuplarında, okullara ve üniversitelere sızmış olan ve gençlerin beyinlerini
komünist ideolojiyle yıkayan şahsiyetlere dikkat çekmiş ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in
istifasını istemiştir. Atsız’ın dikkat çektiği ve gençleri komünist düşüncenin tesiri altında bıraktığını
söylediği isimlerin başında Ankara’da Devlet Konservatuarı’nda öğretmen olan Sabahattin Ali
gelmektedir. Bu gelişmeler neticesinde ve hükümetin de etkisiyle Sabahattin Ali, Atsız aleyhinde,
Atsız’ın kendisine hakaret ettiği gerekçesiyle dava açmıştır. Dava, 3 Mayıs 1944 günü Ankara’da
görülmüştür. Mahkemeye katılmak için İstanbul’dan Ankara’ya gelen Atsız’ı büyük bir öğrenci
kitlesi karşılamış ve mahkeme binasına kadar Atsız eşliğinde Türk Milliyetçiliği lehinde sloganlar
atarak yürümüşlerdir. Bu olay Atatürk döneminin ardından üniversite gençliğinde görülen ilk
büyük milli tepki olmuştur.
1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle ülke içinde kızgınlaşan siyaset gençleri de içine
çekmeye devam etmiş, başta İnönü olmak üzere siyasetçiler de gençleri eğitime yönlendirmek
yerine bu kargaşanın içine sürüklemiştir. On yıl devam eden siyasi çekişmede özellikle gençler
ön plana sürülmüş böylece ülke genelinde bir buhran yaratılmıştır. Özellikle Demokrat Parti
iktidarının son yıllarında gençlik içinde bölünmeler artmış, İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük
şehirlerde üniversite olayları patlak vermiştir. İnönü ve taraftarları Demokrat Parti’yi dikta rejimi
kurmakla, Demokrat Parti’ye karşı olan gençleri gizli infazlarla susturmakla suçlamakta; Demokrat
Parti ve taraftarları ise İnönü ve CHP’nin gençleri ve orduyu kışkırttığını, böylece ülkeyi gerdiğini
isnat etmekteydi. Neticede öğrenci olayları hızla artmış/arttırılmış, olayların sonucunda meydana
gelenler siyasi arenada malzeme olarak kullanılmıştır. Artık, İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük
şehirlerde “öğrenci gösterileri” bütün yüksek okullarda, hatta liselerde her günün mutad olayları
haline gelmiş, İstanbul’da işin içine kan da karışmış, hukuk fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz
gösteriler sırasında faili meçhuller tarafından açılan ateş sonunda ölmüştü.[11] Bütün bu olayların
sonunda 27 Mayıs 1960 tarihinde Ordu, ülke içinde akan kardeşkanını durmak için yönetime el
koymuştur. Bu olayda da görülmüştür ki; gençler, siyasetin en büyük kozu ve amaçlara ulaşma
noktasında en önemli silahı haline gelmiştir.
1961’de yeni anayasa kabul edilmiş ve aynı yıl yapılan genel seçimlerle ülke yönetimi sivillere
bırakılmıştır. Yapılan ihtilalle ülke içindeki kargaşanın biteceği düşünülürken, 1961 anayasasının
aşırı özgürlükçü bir anayasa olması dolayısıyla gelişen yeni olaylar, böyle düşünülmesinin yanlış
olduğunu ortaya çıkarmıştır.
61 Anayasasının özellikle üniversitelere sağladığı özerkliklerden yararlanan solcu kesim ve bunların
hamileri, üniversitelerde komünist yapılanmalar ve kurtarılmış bölgeler oluşturmuş, kendilerinden
olmayanlara hayat ve okuma hakkı tanımamaya başlamışlardır
Küresel olarak gelişen iki kutuplu dünyanın ortasında kalan Türkiye üzerinde SSCB’nin yayılma
politikasını uygulamak istediği bu dönemde, SSCB Türkiye içinde kendisine taraftar bulmaya
çalışmış ve basın, üniversite ve siyaset çevrelerinden bazı taraftarlar bulmuştur. Komünist zihniyete
sahip bu insanlar fikir açılımlarını ilk olarak gençlik üzerinde denemişlerdir. Üniversitelerin
özerkliğinden yararlanan bu kişiler, okullarda basının da yardımıyla komünist propagandaya
başlamışlardır.
60’lı yılların ikinci yarısında üniversitelerde dersleri boykot etme, meydanlarda izinsiz gösteriler
ve polisle çatışma olayları yaşanmaya başlamış ve gençlik milli kültüründen ve amaçlarından
uzaklaştırılmıştır. Bu dönemin en büyük özelliklerinden biri de; gençliğin büyük bir manevi
buhrana itilmiş olmasıdır. Tarihini, kültürünü, benliğini bilmeyen bunun yanında dini inançlarından
izole edilmiş bir gençlik ortaya çıkarılmıştır. Gençlik, kendi kültürüne ait düşünce ve yaşayıştan
uzaklaştırılmış, gayri milli ideolojiler kurtuluş reçetesi olarak gençliğin önüne sürülmüştür. Lakin
bütün bu olup bitenler karşısında 1944 Mayısından beri suskunluğunu koruyan öz değerlerine bağlı
maneviyatçı Türk Gençliği de harekete geçmiş, kurulan oyun karşısında milli kültürü gençliğe
yeniden kazandırma hususunda kendine görev üstlenmiştir.
“Ülkücü Türk Gençliği” olarak adlandırılan bu genç kesim Türkiye ve Türk Gençliği üzerinde
oynanan oyunlara dikkat çekmek amacıyla uzun yıllar mücadelesini vermiş, birçok defa hain
kurşunların adresi olmuştur. 1970’li yıllarda Türk Gençliğinin hızla uçurumun kenarına itildiği
bir süreç yaşanmış, Ülkücü Türk Gençliği de bu gidişatı durdurma adına canları pahasına yeniden
şuurlanma mücadelesini vermiştir. Bir tarafta uçuruma sürüklenen gençlik, bir tarafta harsına
sarılmış Ülkücü gençlik…
Gençlik içerisindeki bu mücadele Türk Milletini her yönden etkilemiş; siyasi iktidarlar, okullar,
mahalleler hatta kıraathaneler bile buna göre şekillenmiştir. Toplum, hayatını bu mücadeleye
göre yapılandırmıştır. Bu bölünme öyle bir hal almıştır ki; Ülkücü Türk Gençliği beş binden fazla
evladını şehit vermiş, dış güçler tarafından aldatılan Türk gençlerinden de hayatlarını kaybedenler
olmuştur. Bütün bu olanların ardından 12 Eylül 1980’de Türk Silahlı Kuvvetleri ülke yönetimine
el koymuş ve olaylardan baş sorumlu olarak yine çoğunlukla gençler gösterilmiştir. Ve maalesef
olayların sorumlusu olarak gösterilen, milli hassasiyetler uğruna topluma örnek ve önder olmak
isteyen Ülkücü Gençlik olmuştur.
1980 sonrası oluşturulan yeni siyasi ve toplumsal düzen de ne yazık ki başta gençlik olmak üzere
tüm toplumu yeni bir buhrana sürüklemiştir. Tüm dünyada etkisini yitirmeye başlayan komünizm
Türkiye’de neredeyse tamamen bitmiş yerini küresel sermayenin silahı “anamalcı” zihniyet almaya
başlamıştır. 80’li yıllarda Türk Gençliği, 70’li yılların aksine apolitik çizgiye çekilmeye çalışılmış,
ülke ve dünya gerçeklerinden soyutlandırılmış, sadece şahsını düşünen, maddi kazanımlar uğruna
her şeyini reddedebilen hale getirilmiştir. Bu dönemde gençliğin başta siyaset olmak üzere toplumu
ilgilendiren ve şekillendiren meselelere dâhil olmaması için iktidarlar çaba sarf etmiş ve ülke
yönetimi bir avuç sermaye sahibinin ve onlarının dış hamilerinin etkisine bırakılmıştır. Bu çabalar
90’lı yıllarda meyvesini vermeye başlamış Türk Gençliği neredeyse tamamen apolitize olmuştur.
Türk Gençliği bu dönemde çok farklı çizgilere çekilmiştir. Ama gençliğin büyük bir bölümü sadece
gününü yaşayan, maziden habersiz, atiyi şekillendiremeyecek hale gelmiştir.
Özellikle 90’lı yıllarda gençlik, sözde eğitime yönlendirilmiş ve geleceğe hazırlanmıştır.
Lakin bahsedilen bu eğitim sadece sınırlı akademik düzeyde olmuş, milli ve manevi eksende
ilerleyememiştir. Gençlik yoğun sınav maratonları arasına hapsedilmiş, çevresinden ve dünyadan
bihaber şekilde toplum huzuruna sunulmuştur. “Üniversiteyi kazanmak” olmazsa olmaz sıfatına
bürünmüş ve gençlik bu düşünce içerisinde kendini dar kalıplara hapsetmiştir. Küreselleşmenin
hızını daha da arttırdığı bu dönemde, milli ve manevi şuurdan yoksun olan gençlik topluma
yabancı tavır ve davranışlara yönelmiş, başta aileleri olmak üzere toplumun geneliyle bağlarını
koparmıştır.
“Kuşak Çatışması” diye de adlandırılan bu durum Türk toplumunda özellikle 90’lı yıllarda kendini
daha da hissettirmiştir. Böylece geleceğin teminatı olan gençler sistemli ve yavaş bir şekilde
yabancılaştırılmıştır. Milli duygulardan yoksun, başta ailesi olmak üzere topluma yabancılaşmış
gençlik, genel olarak kişisel gelişimini de tamamlayamamış ve büyük bir buhrana sürüklenmiştir.
Sıkıntılarını aile ve toplum nazarında çözemeyen gençlik, çözümü çok farklı yerlerde aramış,
saplandığı bataklığa daha da gömülmüştür. Uyuşturucu ve madde bağımlılığı artmış; sigara ve
alkol kullanımı doruk noktasına ulaşmış; fuhuş, hırsızlık, kapkaç vs. gibi yasadışı ve gayri ahlaki
işler gençler tarafından maddi ve manevi sıkıntıların çıkışı olarak görülmüştür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder