10 Eylül 2014 Çarşamba

27 MAYIS İHTİLÂLİ VE ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN ŞAHSINDA 14’LERİN SÜRGÜNE GÖNDERİLMESİ

27 Mayıs Hareketinin Hazırlık Safhasında Alparslan Türkeş’in Yeri ve Rolü
Alparslan Türkeş, 27 Mayıs İhtilâli ile ele geçirilen iktidar imkânından yararlanmayı Türkiye’nin 
temel meselelerini çözebilmek için en büyük fırsat bilmiş ve değerlendirmek istemiştir. Bu niyetiyle 
de ihtilâlin ilk gününden itibaren bütün dikkatleri üzerine toplamış ve uyguladığı hareket tarzı 
ile ihtilâlin “Kudretli Albayı” olmuştur. İhtilâlden hemen sonra ortaya çıkan ortamda başbakanlık 
müsteşarlığının önemini kavrayan tek isim Türkeş’tir. İhtilâl sonrasında bu göreve gelecektir.
Alparslan Türkeş, Cumhuriyet tarihimizde ihtilâl fikrinin köklerinin çok daha gerilerde olduğunu 
ve bu tarihin 1941’lere kadar uzandığını söyler. Türkeş bu fikrini şöyle açıklamaktadır; “İhtilâl fikri 
bu memlekette CHP iktidarı devrinde başlamış ve bu fikir, partilerin memleketin kaderini daima 
uçurumlara doğru sürüklemeye devam ettikleri 27 Mayıs 1960 yılına kadar gelmiştir. Bilmem kaç 
milyon taraftarı olan bir DP’yi askerî kuvvetin muhatabı olarak değerlendirmek, 27 Mayıs’ı asıl 
gayeler ile anlamamış, anlayamamış olanların, acz dolu kanaatlerinden başka bir şey olamaz”.
Alparslan Türkeş, Türkiye’nin 1940’lı yıllardaki durumunu şöyle anlatır; “Memleket tek parti 
diktatörlüğü altındaydı. Devletin başında bulunan İnönü askerlikten yetişmesine rağmen orduya 
karşı vefasız ve ilgisizdi. Etrafındaki general ve yüksek rütbeli subayların fikri de değişik değildi 
Asker ocağı bakımsız ve perişandı. Subaylık bir mahkûmiyet ve mahrumiyet mesleği hâline 
gelmişti. Türk ordusunun bakımı noksandı. Askere yeteri kadar ayakkabı, elbise, donatım, 
battaniye verilmiyordu. O sıralarda yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamış olan başka devletlerin 
modern zırhlı birliklerine karşı Türk Ordusunun elinde at ve manda arabaları ile deve ve merkep 
kolları bulunuyordu. Ordu ve millet bu durumda iken Millî Şef ve etrafındakiler kendi köşklerinde 
rahat bir şekilde yaşayıp gidiyorlardı. Köşkle halkın arasındaki irtibat tamamen kopmuştu. Durum 
korkunçtu. Memleket baştanbaşa bir facia içindeydi. Bir tarafta ahlaksızlık diğer tarafta hastalık 
ve açlık , perdenin iplerini ellerine almış, trajedinin sonunu ilân etmek ve sahneyi bitirmek için 
sabırsızlanıyordu. Bu perdeler kapansaydı, bugün bir Türkiye olmayacaktı ve biz harbi, II. Cihan 
Savaşı’na katılmadan en feci şekilde kaybetmiş olacaktık...”.
Türkeş’in çizdiği bu tablo Türkiye’de ihtilâl fikrinin doğmasına ve gelişmesine zemin hazırlayan 
sebeplerdir. Türk toplumunun içine düştüğü buhran orduda da etkisini göstermiş, bir grup subay 
İnönü idaresini devirmek üzere 1942–1943 yıllarında teşebbüse geçmişti. Ancak bu ilk teşebbüs
sonuçsuz kaldı. Hemen hemen aynı dönemlerde gerçekleştirilen ikinci teşebbüste, daha çok 
alt rütbeli subaylar toplanarak ihtilâl gruplarını oluşturmuşlar ve ciddî bir çalışma devresine 
girmişlerdir. Bu dönemde üç ayrı tarih üzerine anlaşma sağlanmış olmasına rağmen merkez ihtilâl 
kadrosu üyeleri, sivil iktidara son bir müddet daha verilmesi hususunda fikir birliğine vararak 
harekâtı son anda durdurmuşlardı. Buna rağmen bazı gruplar aralarında toplantılar yapmaya devam 
etmişlerdir. İhtilâl plânından vazgeçilmesindeki asıl sebep ise II. Cihan Harbi’dir.
Toplantılarına ara vermeyen grup içinde olan Türkeş, 27 Mayıs Hareketi’ni hiçbir zaman bir ihtilâl 
olarak kabul etmemiştir. Onun ihtilâli değerlendirmesi şu şekildedir; “Biz bu harekete bir asayiş 
hareketi ve Ak Devrim dedik. 27 Mayıs bir ihtilâl değildir, bir ihtilâl olarak hazırlanmamıştır”. 
Türkeş 27 Mayıs Hareketi’ne katılışını da şöyle nakleder; “İhtilâle 1958–1959 yıllarında muttali 
oldum ve ondan sonra arkadaşların arasına katıldım. İlk defa Talat Aydemir’den böyle bir 
teşkilâtlanma olduğunu duydum. Bir gün beni ziyarete geldi “Biz bu hükûmeti devirmek istiyoruz 
siz de bizimle beraber olur musunuz?” diye bana teklifte bulundu. Ben “Devirip ne yapacaksınız?” 
diye sordum, “Halk Partisi’ni, İsmet Paşa’yı getireceğiz. İsmet Paşa büyük adamdır vs, gibi şeyler 
söyledi.” Buna Türkeş’in tepkisi sert olmuştur. “Ben ordunun politika dışı kalması görüşündeyim. 
Atatürk’ün de bir gelenek olarak orduya tavsiye ettiği çok eskiden beri bu olmuştur. Binaenaleyh 
bunu tasvip etmiyorum, ayrıca da bir siyasî partiyi tutup onunla beraber olmayı diğer bir partinin 
iktidarına karşı hareket yapmayı da Türk Silâhlı Kuvvetlerinin şerefine uygun görmüyorum, çünkü 
Türk Silâhlı Kuvvetleri beraberliği temsil eden bir kuvvettir. Herhangi bir partiyle iş birliği yapıp 
milletin yarısından çoğunu temsil eden diğer bir partinin üstüne yürümesi onun iktidarını devirmesi 
o partiye karşı hareket etmesi millî birliği zedeler. Bu sebeplerden teklifinizi kabul edemem.” 
demiştir.
Talat Aydemir’e ret cevabı vermesine rağmen Kurmay Albay Faruk Ateşdağlı’nın kendisini ziyaret 
ederek Silâhlı Kuvvetler içindeki oluşumun içinde yer almasını istemesine karşı çıkmamıştır. 
Ateşdağlı’nın teklifini kabul eden Türkeş Elazığ’da bulunduğu 1958 yılında ordu içindeki gizli 
teşkilâta girmiş oluyordu. Daha sonra yarbaylığa terfi ederek Ankara’ya tayin oldu. Ankara’da 
iken Albaylığa yükselen Türkeş burada gizli teşkilâtın Ankara grubu ile temasa geçti.
Türkeş, Ankara’da bulunduğu sıralardaki temaslarında ihtilâlin kaçınılmaz bir hâl aldığını ve 
bunu yapmaya kararlı grupların Ankara, İstanbul ve Konya illeri başta olmak üzere varlığının 
farkındaydı. Fakat bu kişilerin ülkenin durumunu düzeltecek bir programları da yoktu. Türkeş, 
ihtilâlcilerin fikrî yapılarını ve ihtilâlin niçin ve kimler için yapılmak istediğini tespit etmişti. 
İşte bu anlayışladır ki, ihtilâle katılabilmesi için gerekli ve vazgeçilmez şartlarını tespit etti; “DP 
iktidarını devirip Halk Partisi’ni iktidara getirmek çözüm değildir. Bütün partilere karşı adaletli, 
iyi niyetli ve tarafsız bir tutum içinde davranılmalıdır. Şayet DP’lilerin suçlu olanları varsa onlar 
mahkemeye verilir. Haklarındaki hüküm ancak mahkeme kararıyla tespit edilir .”
Gizli örgüt içerisinde özellikle Ankara grubu, yapılması düşünülen muhtemel hareketin DP’yi 
devirip yerine İsmet Paşa’yı geçirme gibi Türkeş’e göre çok farklı bir amaca yönelik mahiyet arz 
etmekteydi. Ankara’da cereyan eden toplantılarda daima İsmet Paşa ve CHP tartışması meydana 
gelmekte dolayısıyla gizli örgüt kuruluş amacında uzaklaşmaktaydı. 27 Mayıs Hareketi’ni 
gerçekleştiren bu kadronun fikrî ayrılığı, hareket sonrasında da etkisini göstermiş 27 Mayıs’ın kendi 
içinde geliştirdiği mantığı başlangıçtaki hedef ve ilkelerden saptırmıştır. Bu noktada Alparslan 
Türkeş’i fikrî anlamda farklı kılan, 27 Mayıs Hareketi’ni, DP’ye kızarak CHP taraftarlığına 
dönüştürmemek, dolayısıyla siyasî partilere eşit mesafede bulunmak şeklindeki düşüncesidir.
Alparslan Türkeş daha sonraki dönemlerde farklı bir çizgi takip ederek ihtilâlin nasıl ve ne şekilde 
yapılması gerektiği hususunda müstakil bir program ortaya koydu. Alparslan Türkeş’in ihtilâlden 
önceki plânı şu şekildeydi; 1. İhtilâlden sonra idareyi ele alacak olan Millî Birlik Komitesi tam 
manasıyla demokratik bir meclis olarak çalışmalıdır. Yasama Meclisi, askerî bir karargâh ve cunta
hüviyetinde olmamalıdır. 2. Millî Birlik Komitesi idare cihazı, siyasî gruplara karşı mutlak bir 
tarafsızlık göstermelidir. 3. Devrim adaleti, siyasî tercih ve tesirlerden uzak tutulmalıdır. 4. Seçim 
alelâcele değil, en uygun zamanda ve ortamda yapılmalı, mutlak dürüstlüğe riayet edilmelidir. 
5. Demokrat Parti’ye oy veren vatandaş kütlelerini suçlu görmek, siyasî haktan mahrum etmeyi 
düşünmek hatadır. Seçimin meşru ve dürüst sayılabilmesi için halka sadece seçme hakkı değil, 
tercih etme imkânı da verilmelidir. Hazırlanacak anayasada belirtilecek prensipleri benimseyen 
yeni partilerin kurulmasına müsaade edilmelidir. 6. Seçimlere kadar geçecek süre içinde Millî Birlik 
Komitesi uzun yıllar köhnemiş siyasî kadro ve liderlerin oy kaygısı, zümre menfaati düşünmesiyle 
ele alamadığı ana millî davaları, halk vicdan ve idrakine sunacak ve bu konularda köklü reformlara 
girişecektir. 7. Millî Birlik Komitesi, seçimlere kadar bir Kurucu Meclis’le birlikte teşrii organı 
olarak görev yapacak, seçimlere Millî Birlik Partisi olarak girecektir.
Türkeş’in yaptığı ihtilâl hazırlıklarına en fazla desteği Talat Aydemir, Dündar Seyhan ve Sadi 
Koçaş veriyordu. Türkeş daha sonraki gelişmeler içinde şöyle diyor; “Kurduğumuz ihtilâl teşkilâtı 
14 Eylül 1959’da, Millî Birlik Komitesi adı altında faaliyete geçti. Ondan evvelki hazırlıklarımız 
bir proje hâlindeydi. Fakat temeli 14 Eylül 1959’da atılmıştır. Komitemiz çalışmalarında tam 
bir birlik teminini kabul etmiştir. 27 Mayıs şimdiye kadar eşi görülmeyen, gayet güzel ve örnek 
derecede plânlanmanın eseridir. Bunun içindir ki 27 Mayıs sabahı üç buçuk saatte memleketin 
bütün idaresini ele almıştır”.
Türkeş’in 14 Eylül günü Ankara Gençlik Parkı’nda yaptığı bu gizli toplantıya kendisinden başka 
Sezai Okan, Osman Köksal, Suphi Karaman, Sadi Koçaş, Kadri Kaplan, Dündar Seyhan, Orhan 
Kabibay, Orhan Erkanlı ve Rıfat Baykal katıldılar. Toplantıda Alparslan Türkeş, hazırladığı ihtilâl 
programını anlatarak arkadaşlarının desteğini aldı. Toplantının sonucu Kara Kuvvetleri Komutanı 
olan Cemal Gürsel’e bildirildi ve Gürsel komiteye on birinci üye olarak katıldı.
27 Mayıs Hareketi 1960 yılı Nisan ayına gelindiğinde DP ve CHP’nin hesaplaşması hat safhaya 
ulaşmıştı. Her iki parti lideri Türkiye’nin çeşitli yörelerine giderek yaptıkları konuşmalarda 
birbirlerini suçluyorlar ve zaten yüksek olan siyasî tansiyonu daha fazla körüklüyorlardı. Bu arada 
25 Nisanda Ankara ve İstanbul’da sıkıyönetim ilân edildi. Artık “ihtilâl” sözcüğü siyasî çevrelerde 
telâffuz edilmeye başlamıştı.
İnönü Said-i Nursi’nin desteği ile hareket eden Menderes ve ekibini hedef göstererek “şartlar 
tahakkuk olunca ihtilâl bir hak olur” deme gafletini gösterebiliyordu. DP ise “CHP ihtilâl 
bayraktarlığı yapan tehlikeli bir fesat ocağı hâline geldi” şeklindeki beyanlarıyla âdeta ihtilâlin 
oluşumunu kolaylaştırıyordu.
1960 yılı Mayıs ayında Menderes, halk üzerindeki prestijine rağmen üniversite, basın, ordu ve 
bürokrat desteğini tamamen kaybetmişti. Ordu içerisindeki ihtilâlci subaylara fırsat veren kargaşa 
ortamı 27 Mayıs gününe kadar devam etmiştir. İhtilâli hisseden DP, 27 Mayıs’ın hemen öncesinde 
askere yeni ve yüksek derece ve lojman sözü verdi. Ayrıca 21 Mayıs yürüyüşünde tutuklanan Harp 
Okulu öğretmenleri ve daha önce tutuklanmış subaylar serbest bırakıldı. Ancak geç kalınmış bu 
tedbirler ihtilâli durdurmaya yetmedi. Sonuçta beklenen ihtilâl nihayet gerçekleşti. 26 Mayıs günü 
akşamı İstanbul ve Ankara ihtilâl grupları harekete geçti. İhtilâl aynı gece Harp Okulu’nda başladı. 
Ankara Radyosu Alparslan Türkeş tarafından ele geçirildi. Türkeş’in bizzat kaleme aldığı ilk tebliğ 
ihtilâlin amaçlarını ortaya koyması bakımdın tarihî öneme haizdir. Alparslan Türkeş tarafından 
okunan ilk tebliğ şu şekildeydi;
“Aziz Vatandaşlar; Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla 
ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silâhlı Kuvvetleri memleketin idaresini 
ele almıştır. Bu hareket Silâhlı Kuvvetlerimiz, partiler içine düştükleri uzlaşmaz durumdan 
kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında, en kısa zamanda adil ve 
serbest seçimler yaptırarak , idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun seçimi kazananlara devir ve 
teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır. Girişilmiş olan bu teşebbüs hiçbir şahsa veya zümreye 
karşı değildir. İdaremiz hiç kimse hakkında şahsiyata müteallik tecavüzkâr bir fiile teşebbüs
etmeyeceği gibi edilmesine de asla müsamaha etmeyecektir. Kim olursa olsun ve hangi partiye 
mensup bulunursa bulunsun, her vatandaş kanunlar ve hukuk prensipleri esasına göre muamele 
görecektir. Bütün vatandaşların partilerin üstünde aynı milletten, aynı soydan gelmiş evlâtları 
olduklarını hatırlayarak ve kin gütmeden birbirlerine karşı hürmetle ve anlayışla muamele etmeleri 
ıstıraplarımızın dinmesi ve millî varlığımızın selameti için zaruri görülmektedir. Kabineye mensup 
şahsiyetlerin Türk Silâhlı Kuvvetlerine sığınmalarını rica ediyoruz. Şahsî emniyetleri kanun teminatı 
altındadır. Müttefiklerimize, komşularımıza ve bütün dünyaya hitap ediyoruz. Gayemiz Birleşmiş 
Milletler Anayasasına ve İnsan Hakları prensiplerine tamamıyla riayettir. Atatürk’ün “Yurtta sulh, 
Cihanda sulh” prensibi bayrağımızdır. Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO’ya 
inanıyoruz ve bağlıyız CENTO’ya inanıyoruz ve bağlıyız. Tekrar ediyoruz düşüncemiz “Yurtta 
sulh, Cihanda sulhtur”.
Bakanlar ve meclis üyeleri 27 Mayıs günü yakalanarak Kara Harp Okuluna götürüldüler. 
Siyasî partiler faaliyetten alıkondu. Cumhurbaşkanı Celâl Bayar köşkten alındı. Menderes ise 
Eskişehir’de tutuklanarak Ankara’ya getirildi. 27 Mayıs Harekâtı’nın mana ve maksadı, Türk 
milletine ve bütün dünyaya ilk defa Türkeş’in beyanı ile açıklanmış ve duyurulmuştur. Bundan 
önce üç adet tebliğ yayımlanmış olmasına rağmen hiçbirisi hareketin amaçlarını tam manasıyla 
açıklayacak mahiyette olmadığından Türkeş’in Ankara Radyosundan okuduğu tebliğ “İhtilâlin ilk 
sesi ve mesajı” olarak kabul edilmiştir. Bu konuşma aynı zamanda Türkeş’in hareket konusundaki 
düşüncelerin aksettirmesi bakımından da önemlidir. Türkeş bu konuşmasında Türkiye’nin 
niçin ve nasıl böyle bir noktaya getirilmiş olduğuna en doğru teşhisi koyuyordu. Açıklamanın 
tatmin ve ikna edici olması Demokrat Partililerin bile ihtilâlcilerin ilk beyanlarına güvenerek 
memnuniyetlerini dile getiren açıklamalarda bulunmalarına sebep olmuştur. Türkeş, bu harekete 
Silâhlı Kuvvetler vasıtasıyla partilerin içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtulması ve partiler 
üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler 
yaptırarak idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun seçimi kazananlara devir ve teslim etmek 
üzere girişmiştir. “Girişilmiş olan bu teşebbüs hiçbir şahsa ve zümreye karşı değildir. İdaremiz hiç 
kimse hakkında şahsiyete müteallik tecavüzkâr bir fiile teşebbüs etmeyeceği gibi edilmesine de 
asla müsamaha etmeyecektir. Kim olursa olsun ve hangi partiye mensup olursa olsun her vatandaş 
kanunlar ve hukuk prensipleri esaslarına göre muamele görecektir.” diyerek 27 Mayıs Hareketi’ne 
muhatap olanlara teminat vermiş oluyordu. Yine ihtilâlin ilk gününde Türkeş yerli ve yabancı 
basın mensuplarına hareket hakkında bilgi vermiş, “Türkiye’de demokrasiyi saplandığı çıkmaz 
sokaktan kurtarmak istedik. Hiçbir şahsî ihtirasımız yoktu. Sadece millete hür ve serbest seçimlerin 
yapılması imkânını sağlamak gayesiyle hareket ettik...” demiştir. Türkiye’de ordunun idareyi ele 
alması, batı âleminde müspet karşılanmış ve “beklenen hadise” olarak yorumlanmıştır. İtalyan 
gazeteleri 27 Mayıs Hareketi’ni “Atatürk’ün ruhu Türkiye’de galip geldi” başlığıyla duyurmuş, 
İngiliz basını ise “Genç Türklerin Hareketi” başlığıyla konuya geniş yer vermiştir. Yunanistan 27 
Mayıs Hareketi’ne karşı tepkisiz kalmış, Güney Kore, DP iktidarının devrilmesini memnuniyetle 
karşılamış, Irak ise “olay Türkiye’yi ilgilendiren bir iç meseledir” yorumunda bulunmuştur.
Türkeş’in şahsî gayretlerine rağmen 27 Mayıs hedefinden saptırılmış, tarafsızlığını koruyamamıştır. 
Türkeş bu konuda şöyle diyor; “İlk gününden itibaren tarafsızlığına adaletli tutumuna saldırılar 
başladı. Şahsen beni birçok kimseler ziyaret ettiler. Siz bu tarafı yıktınız, bu taraf hiçbir zaman sizi 
tasvip etmez, bir kere o tarafın düşmanlığını üzerinize çektiniz. Şimdi CHP’ye karşı çıkıyorsunuz. 
İsmet Paşa’ya da el uzatmıyorsunuz. Onunla da iş birliğine yanaşmıyorsunuz. O hâlde kime 
dayanacaksınız” dediler. Hâlbuki 27 Mayıs hiçbir parti ve zümreye karşı, herhangi bir zümre veya 
parti lehine yapılmış olmayıp Türk milletinin lehine yapılmıştır.
İhtilâlcilerden bir grubun DP’yi yıkıp, yerine hemen İnönü’yü ve CHP’yi iktidar etme heyecanı 
ihtilâlin tarafsızlığını ortadan kaldırılmasına sebep olmuştur. Diğer önemli amil de ordunun 
başardığı harekâtın birtakım ilim adamı hüviyeti taşıyan kimselerin fikrî yapısına teslim edilişidir. 
Millî Birlik Komitesi Askeri darbeyi gerçekleştiren subaylardan 38 kişinin yer aldığı Millî Birlik 
Komitesi 18 Haziran 1960 tarihinde ilk açıklandığında şu isimlerden meydana gelmekteydi
Orgeneral Cemal Gürsel, Orgeneral Fahri Özdilek, Tümgeneral Cemal Madanoğlu, Tuğgeneral 
İrfan Baştuğ, Tuğgeneral Sıtkı Ulay, Albay Ekrem Acuner, Albay Mucip Ataklı, Albay Osman 
Köksal, Albay Fikret Kuytak, Albay Sami Küçük, Albay Haydar Tunçkanat, Albay Alparslan 
Türkeş, Yarbay Refet Aksoylu, Yarbay Fazıl Akkoyunlu, Yarbay Orhan Kabibay, Yarbay Mustafa 
Kaplan, Yarbay Suphi Karaman, Yarbay Sezai Okan, Yarbay Ahmet Yıldız, Binbaşı Emrullah 
Çelebi, Binbaşı Orhan Erkanlı, Binbaşı Vehbi Ersü, Binbaşı Suphi Gürsoytrak, Binbaşı Kadri 
Kaplan, Binbaşı Muzaffer Karan, Binbaşı Mehmet Özgüneş, Binbaşı Şükran Özkaya, Binbaşı Şefik 
Soyuyüce, Binbaşı Dündar Taşer, Yüzbaşı Münir Köseoğlu, Yüzbaşı Selahattin Özgür, Yüzbaşı 
Rıfat Baykal, Yüzbaşı Ahmet Er, Yüzbaşı Numan Esin, Yüzbaşı Kâmil Karavelioğlu, Yüzbaşı 
Muzaffer Özdağ ve Yüzbaşı İrfan Solmazer.
Menderes döneminde Kara Kuvvetleri Komutanı olan Orgeneral Cemal Gürsel emekli olma 
hazırlığı içerisindeyken ihtilâl kadrosu tarafından MBK Başkanlığına getirilmiş harekâtın hemen 
sonrasında ise Devlet Başkanlığı görevini de üzerine almıştı. Aynı zamanda Silâhlı Kuvvetler 
Komutanı ve askerî hükûmetin başbakanı durumundaydı. Esasında Cemal Gürsel 27 Mayıs 
Hareketi için alelâcele aranan ve son anda bulunan bir başkan konumundaydı. Hiçbir zaman 27 
Mayıs Hareketi’nin ağırlığı ve sorumluluğunu üzerine alabilen bir lider olamadı. Çünkü lider, 
teşkilâtçılığı ile tebarüz edebilen ve halkın önünde gidebilendir. Lider tayin olunmaz, kendi kendini 
tayin eder. Lideri toplum yaratır ve toplumun istek ve temayülleri besler.
MBK’nın faaliyetlerinin başlamasıyla birlikte komite içinde iki farklı temayülün ortaya çıktığı 
görülmektedir. Birinci temayüle göre; MBK en kısa zamanda yeni bir anayasa ve seçim yasası 
hazırlayarak ülke yönetimini yapılacak seçimler vasıtasıyla sivillere devretmeliydi. Bu temayülün 
liderliğini İnönü ve CHP yapmaktaydı. İkinci temayüle göre ülkenin içinde bulunduğu anarşiden 
siyasî partilerin sorumlu olması nedeniyle askerî yönetim birkaç yıl sürmeli ve birtakım reformlar 
gerçekleştirildikten sonra yönetim sivillere bırakılmalıydı. Bu temayül ise özellikle Türkeş ve ekibi 
tarafından benimsenmiştir.
MBK, 12 Haziran 1960’da bir anayasa değişikliğini benimseyerek kendi yönetimine hukukî bir 
dayanak sağlamıştır. 12 Haziranda yapılan değişiklikle 1924 Anayasasıyla TBMM’ye ait olduğu 
kabul edilen bütün görev ve yetkiler MBK’ya devredilmiştir. Ayrıca yasa ile DP iktidarı yargılanmak 
üzere bir “Yüksek Adalet Divanı” kurulmuştur.
MBK’nın en önemli tasarrufu 2 Ağustos 1960’da gerçekleşti. Ordudan beş bin subay emekliye ayrıldı. 
42 sayılı kanunla gerçekleştirilen bu tasfiye hareketi ordunun reorganizasyonu ve gençleştirilmesine 
yönelik olduğu kadar, MBK’nın ordu üzerindeki otoritesinin sağlamlaştırılmasına da hizmet 
etmiştir. 28 Ekim 1960’da ise 147 öğretim üyesi üniversiteden uzaklaştırıldı. Üniversiteden tasfiye 
edilen profesörlerin aşırı solcu, partizan ve ahlâkî zaafları olduğuna dair iddialar bu hareketin 
meydana gelmesindeki yegâne sebep olarak görülmektedir.
MBK tarafından gerçekleştirilen ordudaki tasfiyelere o günkü şartlarda önemli bir tepki 
gösterilmezken, komitenin üniversitede giriştiği tasfiye eylemi tartışma ve tepkilere yol açmıştır. 
Tembel, yeteneksiz veya rejim düşmanları oldukları iddiasıyla 147 öğretim üyesinin üniversiteden 
atılmaları üzerine üniversite rektörleri Turhan Feyzioğlu, Sıddık Sami Onar, Fikret Narter ve Suat 
Kemal Yetkin istifa ederek, MBK’nın tasfiye hareketini protesto etmişlerdir. Ord. Prof. Ekrem 
Şerif Egeli, Ord. Prof. Ali Fuat Başgil, Ord.Prof. Recai Galip Okandan, Ord.Prof. Mazhar Şevket 
İpşiroğlu, Ord.Prof. Ratip Berker, Prof. Tarık Zafer Tunaya, Prof. Takiyettin Mengüşoğlu, Prof. 
Sahabattin Eyüboğlu, Prof. Yavuz Abadan, Prof. Bülent Nuri Esen, Prof. Aziz Köklü, Prof. Emin 
Bilgiç, Prof. Hasan Eren, Prof. Zafer Baykoç, Prof. Nusret Hızır, Prof. Tevfik Berkan, Prof. Memduh 
Yaşa, Prof. Mina Urgan, Doç. İsmet Giritli, Doç. Adnan Benk, Doç. Mukbil Özyörük, Dr. ihsan 
Ünlüer, Doç. Haldun Taner, Asistan Özer Ozankaya... Gibi çeşitli ilim dallarındaki çalışmaları ile 
tanınan 147 öğretim üyesine ancak 28 Mart 1962’de çıkarılan kanun ile üniversiteye dönme imkânı 
sağlandı. 147’ler olayı, MBK ve ordu faaliyetleri destekleyen aydınlar arasında da ciddî sürtüşme 
ve kırgınlığa yol açmıştır
Türkeş, ihtilâlden sonra Başbakanlık Müsteşarlığı görevine getirilmişti. Ancak O, Cemal Gürsel’in 
kendisine olan itimadı ile fiilen başbakanlık görevini de ifa ettiğini belirtmektedir. Bunu yaparken de 
çok aksayan şeylerle karşılaştığını, hiç arzu edilmediği hâlde kendi nam ve hesaplarına haksızlıklar, 
baskılar, tecavüzler yapıldığını tespit ettiğini söylemektedir. Türkeş’in tarafsız tutumu bazılarının 
düşünce ve niyetlerine büyük engel teşkil ediyordu. Türkeş bu durumu eserinde şöyle açıklar; 
“Benim bir iki partiye karşı da tarafsız tutumum derhâl Halk Partisi’nden ve komitedeki Halk Partili 
arkadaşların arasında aleyhime bir cereyanın yaratılmasına sebep oldu. Ben ortada kaldıkça iktidar 
koltuğuna ulaşamayacaklarını biliyorlardı. İnönü’nün uzun yıllardan beri kendi emellerine engel 
saydığı kimselere karşı kullandığı feci iftiralar ve propagandalarını bu defa da bize karşı seferber 
ettiler. Bunlardan birisi ırkçılık ve komünistlerin deyimi ile “Kafatasçılık” ithamı idi. Vaktiyle de 
Turancılık ve Irkçılık davasını nasıl bir evham ve kötü niyet esasına dayanarak uydurulmuş olduğu 
ve bu dava dolayısıyla yapılan işkenceler, adaleti lekeleyen tutumları hatırlamak icap eder... İnönü 
ve çevresi eski oyunlarına yeniden başvurmuşlardır.”
Türkeş, Millî Birlik Komitesi’ne ağırlığını koyarak, ihtilâle ve onun tarafsızlık vaadine gölge 
düşürmemesi için, siyasî partilerle temas edilmemesi yolunda bir karar alınmasına muvaffak 
olmuştur. Fakat ne yazık ki alınan bu kararın uzun süre geçerli olmasına komite üyelerinden 
bazılarının art niyetleri engel olmuştur. CHP ile MBK arasında kurulan bağ ile Halk Partisi 
yöneticileri komitede cereyan eden görüşmeler ve kararlar hakkında bilgi sahibi oluyorlar ve parti 
görüşlerini empoze etme imkânı buluyorlardı. İnönü’nün aradığı fırsatı da zaten bizzat Cemal 
Gürsel İnönü’yü telefonla arayarak yaratmıştı. MBK’da cereyan eden bütün görüşmeleri ajanları 
vasıtasıyla anında öğrenen İnönü, seçimlerin vaat edilmediği gibi en kısa zamanda yapılacağından 
endişe etmeye başlamıştır. Bu nedenle bir emrivaki yaparak Cemal Gürsel ile görüşmüş ve MBK’nın 
tarafsızlık ilkesi böylece ihlâl edilmiştir.
Gürsel-İnönü görüşmesi Türkeş grubu üzerinde son derece menfi bir tesir yaratmıştı. Telâfisi için 
bir çare gerekliydi. Türkeş grubu kamuoyundaki yanlış intibaı silmek için, Bölükbaşı’yı Cemal 
Gürsel ile görüştürme formülünü buldu. Ve bu görüşme gerçekleşti. Türkeş grubu, baştan beri 
takip ettikleri tarafsızlık tutumunun bir gereği olarak, CHP’nin tavırlarına karşı açıkça vaziyet 
alınmasına karar vermiş ve bu maksatla da 32 numaralı MBK tebliğini yayımlatmışlardır.
“Aziz Vatandaşlar, Bazı kimselerin millî inkılâp hareketini, kendi partilerine mal ederek vatandaşlar 
arasında propaganda yapmakta ve diğer parti mensupları üzerinde baskıya yeltenmekte oldukları 
muhtelif kaynaklardan öğrenilmiştir. Millî İnkılâp, hiçbir şahsın hiçbir zümrenin lehine yapılmış 
bir hareket değildir. Muhterem halkımızın, köylü ve işçilerimizin demokrasiye kavuşması, hak ve 
hürriyetlerinin teminatı, iktisadî kalkınması, ana prensibimizdir. Vatandaşların hususi işlerinde her 
türlü çalışma yerlerinde, kardeşlik duyguları ve huzur içinde bulunmaları esastır. İdarî makamların 
bölgelerinde vaki olacak bu gibi hareketlerin üzerinde hassasiyetle durmalarını rica ederim”.
Tebliğ Cemal Gürsel’in imzasını taşıyordu. Yine aynı şeklide Türkeş ve arkadaşlarının tesir ve 
telkiniyle Cemal Gürsel 27 Haziranda Türkiye Radyolarından bir de konuşma yapmıştır. Daha 
önce de belirtildiği gibi ihtilâlin amacından sapmasındaki bir diğer amil de “ilim adamları” olarak 
davet edilen kişilerin tutumu olmuştur. Türkeş tanınmış hukuk profesörlerinin normal hukuk 
kurallarına itibar etmeyip, ihtilâlin kendisine has hukukunun işlerliğini telkin edişlerini de şöyle 
izah etmektedir ; “Yassıada mahkemeleri için hazırlık yapıldığı bir sırada bazı profesörlerden bir 
teklif geldi. Celâl Bayar, Refik Koraltan’ın yaşları ileridir. Bunlara işledikleri suç itibariyle idam 
cezası verilmelidir. O hâlde Türk Ceza Kanunu’ndaki 65. madde değiştirilmeli. Ben buna karşı 
çıktım. Hukukta bir prensip vardır, cezalar makable şamil olmaz. Değiştirdiğimiz kanunu o tarihten 
öncesi fiiller için uygularsak, tarih önünde sorumlu oluruz. Bunu yapmayalım, dediğimiz zaman 
bir profesör kalktı bana dedi di; “Hayır siz yanlış düşünüyorsunuz. İhtilâllerde bu olur. Şimdi 
normal hukuk cari değildir. İhtilâl hukuku caridir. Yani ihtilâl hukukunda böyle bir prensip bahis 
konusu edilemez.” bunu bana söyleyen Prof. Dr. Muammer Aksoy’du”.
Türkeş’in normal hukuk kurallarından yana oluşu bazı arkadaşlarının da tepkisine sebep olmuştur. 
Türkeş ise “Madem böyle düşünüyorlar, hukukçular bir teklif hazırlayıp altını imza etsinler. Ona 
göre MBK’da böyle bir kanun tadilâtı yapsın, hukukçulardan imzalı bir teklif gelmesi üzerine 
komite de o maddeyi değiştirdi.” diyordu. Türkeş, DP’nin kapatılması için yapılan tekliflere asla 
itibar etmemiştir. Türkiye’deki bütün partilerin katılımıyla demokratik nizamın devam etmesini 
istemiştir, DP’nin kapatılması mahkemeye yapılan bir ihbarla olmuştur. İki sene kongresini 
yapmadığı için mahkeme kararı ile kapatılmıştır.
Türkeş, radyoda yaptığı konuşmasının mana ve ruhuna her zaman bağlı kalmıştır. “İhtilâlin hiçbir 
şahsa ve zümreye karşı yapılmadığı” ifade edilirken, özellikle DP yöneticileri ve DP’li vatandaşları 
zikretmiştir. Yine bu beyanda “Partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa 
zamanda adil ve serbest seçimler yaptırılacaktır” denilmiştir. En önemlisi “idarenin hangi tarafa 
mensup olursa olsun seçimi kazananlara devir ve teslim edileceğinin” vaat edilmiş olmasıdır. Bu da 
DP yöneticileri ve DP’li seçmenler için büyük bir teminat olmuştur. Sonuçta Türkeş ve arkadaşları, 
başı koparılan DP’ye oy ve gönül vermiş büyük vatandaş kitlesine sahip çıkmak ve onları CHP 
hırsı karşısında yeniden organize edip siyasî bir güç hâline getirmek istemişlerdir.
MBK’nın iktidarı devralmasından sonra Alparslan Türkeş’in tesir ve telkinleriyle günümüzde 
faaliyet gösteren birtakım önemli müesseselerin ihtilâlden hemen sonra kurulmuş olduğu 
görülmektedir. Bu müesseselere en güzel örnek Devlet Plânlama Teşkilâtıdır (DPT). Bununla 
birlikte bir Konservatuar Kanunu ve İş Seferberliği Kanunu hazırlatmış, 212 Sayılı Basın 
Kanunu ile basın mensuplarının bağımsız görev yapmalarına imkân sağlamıştır. Bu yöndeki 
çalışmalar daha sonra Basın İlân Kurumunun doğmasına yol açmıştır. Alpaslan Türkeş’in uzun 
vadede gerçekleştirmeyi plânladığı reformlar arasında şunlar sayılabilir; Toprak Reformu, Tarım 
Kooperatifleri ve Köy Üniteleri, Yedek Subay Öğretmenlik Sistemi, İdarî Reform, İşçi Seferberliği 
ve Sağlık Hizmetlerinin Sosyalizasyonu.
Türkeş ve arkadaşları ülkenin sosyal, iktisadî ve siyasî yapısında kısa ve uzun vadeli reform 
hareketlerini plânlarken diğer tarafta günlük bir gazete çıkararak ileride kurmayı düşündükleri 
Millî Birlik Partisi vasıtasıyla kendi seslerini duyurmayı düşünüyorlardı. Bu çalışmalar sonucunda 
“Öncü” adlı bir gazete kurulmuştur. Gazete, gerçekte 14’lerin yayın organı olmasına rağmen bu 
durum kamuoyuna resmen duyurulmamıştır.
Türkeş’in 1960 İhtilâli sonrasında sosyal ve kültürel alanda meydana gelen boşluğu doldurmak 
amacıyla kurdurmuş olduğu “Türk Kültür Derneği” ayrı bir öneme sahiptir. Derneğin kuruluş 
gayeleri arasında köylere hitap etmesi düşünülmüş olmakla birlikte temel felsefesi, Türk gençliğini 
Marksist ve bölücü ideoloji tesirine karşı uyarmak, onları millî kültürle yoğurmak, teşkilâtlandırmak 
olarak bizzat Alparslan Türkeş tarafından tespit edilmiştir. Türkeş, Türk Kültür Derneği’nin başına 
ise yakın arkadaşı Şahap Homriş’i getirmiştir. Dernek çok kısa süre faaliyet göstermiş, Türkeş’in 
sürgüne gönderilmesiyle atıl kalmıştır. Bugünkü Ülkü Ocakları’nın orijini olarak kabul edilmesi 
gereken Türk Kültür Derneği, kuruluş felsefesi ve gayesi ile Alparslan Türkeş’in fikir babalığını 
yaptığı bir misyonun uygulama alanındaki ilk örneği ve teşebbüsüdür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder