Maturidi, Maveraünnehir’deki kadim Türk kenti olan ve günümüzde Özbekistan sınırları içerisinde
bulunan Semerkant şehrinin Maturidi köyünde doğmuştur. Doğum tarihi konusunda kesin bilgi
bulunmamakla birlikte, vefat tarihinin 944 yılı olduğu hususunda ittifak vardır. Mâtürîdî’nin Arap
olduğunu ileri sürmüşlerse de bu iddia doğru değildir. Çünkü, gerek eserlerindeki dil ve üslûp
özellikleri gerekse yaşadığı Semerkant ve çevresinin Türklerin çoğunlukta bulunduğu bir bölge
olması göz önüne alındığında, Mâtürîdî’nin Türk olduğu aşikardır. Ayrıca doğduğu köyün bir Türk
köyü olduğu hususunda da görüş birliği mevcuttur
Matüridî, Kitab üt-Tevhid’inde bilgi ve önemi üzerinde ısrarla durur. Farklı görüşlere karşı herkesin
kendi görüşünün “doğruluğunu kanıtlayan karşı durulmaz bir delile sahip” olması gerekir. Akıl,
bilgi edinilmesine kılavuzluk eder. Bilgi edinme yollarını Matüridî duyular, haberler (nakiller)
ve akıl olarak belirler. O’na göre bilgi vehbî (kendiliğinden, doğuştan) olmaz; kesbî (sonradan
kazanılan) dir. Doğru akıl yürütmeyle ortaya çıkan bilgi bir âdet-i ilâhiye ‘dir. Tanrı insana
akletme, aklını kullanma yeteneğini, diğer varlıklardan farklı olarak üstünlük ve temyiz gücü
olarak bahşetmiştir. Yani insan eşref-i mahlûkat tır. O “akıl” ile “nakli” dengeli bir şekilde kullanır.
Akıl, bilgi kaynaklarından biri, insana verilmiş ilâhi bir emanettir. İnsanlar akılları sayesinde
güzellik ve çirkinlikleri tanır, kendi üstünlüklerini onun sayesinde anlarlar. Kulun kusur işlemesi
aklını kullanmayışı yüzündendir. “Allah’ın emirleri akıllı olana hitabendir”. Allah’ın emirlerini
anlayacak akıl seviyesine sahip olmayanlar, ilâhi emirlerin dışında kalır, sorumlu olmazlar.
Matüridî’ye göre insan “Fizyolojik yapıyla beraber aynı zamanda akla da sahip kılınarak yaratılmış;
yaratılmışları (mahlûkat) yönetmek yeteneği ile sivrilmiş, her türlü zorluğa katlanarak, onların
üstesinden gelmek için aklı devreye sokmakla mümtaz kılınmıştır. Zira akıl, temyiz kabiliyetinin
en güçlü silâhıdır.” Matüridî akıl hakkında şöyle demektedir: “Aklın istidlâline gelince; bunun
ilmin sebebi olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü duyular vasıtası ile elde edilen bilgileri düşünüp
tertipleyerek hüküm veren odur. Duyulardan uzak olan ve bunların dışında kalan şeyleri anlayan,
haberlerle bilinen şeyler de yanlışlık olup olmadığı ihtimali üzerinde duran, sonra peygamberlerin
mucizeleri ile sihirbazların aldatmacalarını ayırdeden ve başka şeylerin doğruluğunu veya
yanlışlığını anlayan akıldır. Aklın tefekkürü ile mahlukattaki hikmeti ve yaratıcı olan Allah’ın
varlığına delâlet eden delilleri anlarız.” Onun Sünnî kelâm ekolüne model teşkil eden bilgi teorisi
içinde yer alan duyuların idraki, haber ve akıl faktörlerinden her birinin günümüze intikal eden iki
eserinde de çokça kullanıldığı görülmektedir. Mâtürîdî, her iki eserinde aklı duyu ve haber yoluyla
elde edilen bilgilerin anlaşılması, yorumlanması, problemlerinin çözülmesi ve değerlendirilmesi
için vazgeçilmez bir araç kabul etmiş, onu insan olmanın, mükellef tutulmanın ve gerçeğe ulaşmanın
temel şartı olarak görmüştür. Aklın gerçekleri anlamadaki rolünü, gözün renkleri, kulağın sesleri
ayırmasına benzetmiştir.
Netice olarak Matüridî dine; akıl, ilim, hoşgörü ve taassuptan uzak bir tavırla yaklaşır. İnancın
ana ilkelerini ilgilendirmeyen (esasa müteallik olmayan) eylem ve ibadet farklılıklarını hoşgörü
ile karşılar, kelime-i şehadet getiren, Kıble’ye yönelen herkesi mü’min olarak değerlendirir.
Ancak Allah Kur’an’da, sadece Allah’a ulaşmak isteyenlerin ‘Hak Mümin’ olduğunu, sadece
bu insanların tevhid’i oluşturan takva sahipleri olduğunu ve sadece Allah’a ulaşmak isteyenlerin
cennete gireceğini açık bir dille anlatmıştır. Açık bir yalanlamada (inkâr) bulunmadıkları sürece
insanların ibadet ve işlerine karışılmaması gerekliliğini savunur. Bu, amelin imana dahil edilmemesi
anlamını taşır. Yani, Matüridî insanları, Mutezile ve Hariciler gibi kendi prensip ve görüşlerine
uymaya zorlamaz. “Dinde zorlama yoktur” yaklaşımını esas alır. Çünkü insanların zihni seviyeleri
farklıdır. Onun dini anlama metodu Türk İslam düşüncesinin teori ile pratik arasında dengeli bir
ilişki kurmasına dayanarak realist bir özelliğe kavuşmasına dolayısıyla hurafelerden korunmuş bir
din anlayışının yaşatılmasında ve gerçeklerle çatışmayan bir Tanrı ve insan ilişkisinin yerleşmesinde
başrol oynamıştır. Ona göre tutarlı bir inanç oluşturmada akıl başrol oynamaktadır. Ameli ve ahlaki
yönüyle dengeli bir dini hayat ortaya koymada da yine akla büyük görevler düşmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder