10 Eylül 2014 Çarşamba

HAYATI VE TEMEL GÖRÜŞLERİ

 Maturidi, Maveraünnehir’deki kadim Türk kenti olan ve günümüzde Özbekistan sınırları içerisinde 
bulunan Semerkant şehrinin Maturidi köyünde doğmuştur. Doğum tarihi konusunda kesin bilgi 
bulunmamakla birlikte, vefat tarihinin 944 yılı olduğu hususunda ittifak vardır. Mâtürîdî’nin Arap 
olduğunu ileri sürmüşlerse de bu iddia doğru değildir. Çünkü, gerek eserlerindeki dil ve üslûp 
özellikleri gerekse yaşa­dığı Semerkant ve çevresinin Türklerin çoğunlukta bulunduğu bir bölge 
olması göz önüne alındığında, Mâtürîdî’nin Türk olduğu aşikardır. Ayrıca doğduğu köyün bir Türk 
köyü olduğu hususunda da görüş birliği mevcuttur
Matüridî, Kitab üt-Tevhid’inde bilgi ve önemi üzerinde ısrarla durur. Farklı görüşlere karşı herkesin 
kendi görüşünün “doğruluğunu kanıtlayan karşı durulmaz bir delile sahip” olması gerekir. Akıl, 
bilgi edinilmesine kılavuzluk eder. Bilgi edinme yollarını Matüridî duyular, haberler (nakiller) 
ve akıl olarak belirler. O’na göre bilgi vehbî (kendiliğinden, doğuştan) olmaz; kesbî (sonradan 
kazanılan) dir. Doğru akıl yürütmeyle ortaya çıkan bilgi bir âdet-i ilâhiye ‘dir. Tanrı insana 
akletme, aklını kullanma yeteneğini, diğer varlıklardan farklı olarak üstünlük ve temyiz gücü 
olarak bahşetmiştir. Yani insan eşref-i mahlûkat tır. O “akıl” ile “nakli” dengeli bir şekilde kullanır. 
Akıl, bilgi kaynaklarından biri, insana verilmiş ilâhi bir emanettir. İnsanlar akılları sayesinde 
güzellik ve çirkinlikleri tanır, kendi üstünlüklerini onun sayesinde anlarlar. Kulun kusur işlemesi 
aklını kullanmayışı yüzündendir. “Allah’ın emirleri akıllı olana hitabendir”. Allah’ın emirlerini 
anlayacak akıl seviyesine sahip olmayanlar, ilâhi emirlerin dışında kalır, sorumlu olmazlar.
Matüridî’ye göre insan “Fizyolojik yapıyla beraber aynı zamanda akla da sahip kılınarak yaratılmış; 
yaratılmışları (mahlûkat) yönetmek yeteneği ile sivrilmiş, her türlü zorluğa katlanarak, onların 
üstesinden gelmek için aklı devreye sokmakla mümtaz kılınmıştır. Zira akıl, temyiz kabiliyetinin 
en güçlü silâhıdır.” Matüridî akıl hakkında şöyle demektedir: “Aklın istidlâline gelince; bunun 
ilmin sebebi olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü duyular vasıtası ile elde edilen bilgileri düşünüp 
tertipleyerek hüküm veren odur. Duyulardan uzak olan ve bunların dışında kalan şeyleri anlayan, 
haberlerle bilinen şeyler de yanlışlık olup olmadığı ihtimali üzerinde duran, sonra peygamberlerin 
mucizeleri ile sihirbazların aldatmacalarını ayırdeden ve başka şeylerin doğruluğunu veya 
yanlışlığını anlayan akıldır. Aklın tefekkürü ile mahlukattaki hikmeti ve yaratıcı olan Allah’ın 
varlığına delâlet eden delilleri anlarız.” Onun Sünnî kelâm ekolüne model teş­kil eden bilgi teorisi 
içinde yer alan duyuların idraki, haber ve akıl faktörlerinden her birinin günümüze intikal eden iki 
eserinde de çokça kullanıldığı görülmektedir. Mâtürîdî, her iki eserinde aklı duyu ve haber yoluyla 
elde edilen bilgilerin anla­şılması, yorumlanması, problemlerinin çözülmesi ve değerlendirilmesi 
için vaz­geçilmez bir araç kabul etmiş, onu insan olmanın, mükellef tutulmanın ve gerçeğe ulaşmanın 
temel şartı olarak görmüştür. Aklın gerçekleri anlamadaki rolünü, gözün renkleri, kulağın sesleri 
ayırmasına benzetmiştir.
Netice olarak Matüridî dine; akıl, ilim, hoşgörü ve taassuptan uzak bir tavırla yaklaşır. İnancın 
ana ilkelerini ilgilendirmeyen (esasa müteallik olmayan) eylem ve ibadet farklılıklarını hoşgörü 
ile karşılar, kelime-i şehadet getiren, Kıble’ye yönelen herkesi mü’min olarak değerlendirir. 
Ancak Allah Kur’an’da, sadece Allah’a ulaşmak isteyenlerin ‘Hak Mümin’ olduğunu, sadece 
bu insanların tevhid’i oluşturan takva sahipleri olduğunu ve sadece Allah’a ulaşmak isteyenlerin 
cennete gireceğini açık bir dille anlatmıştır. Açık bir yalanlamada (inkâr) bulunmadıkları sürece 
insanların ibadet ve işlerine karışılmaması gerekliliğini savunur. Bu, amelin imana dahil edilmemesi 
anlamını taşır. Yani, Matüridî insanları, Mutezile ve Hariciler gibi kendi prensip ve görüşlerine 
uymaya zorlamaz. “Dinde zorlama yoktur” yaklaşımını esas alır. Çünkü insanların zihni seviyeleri 
farklıdır. Onun dini anlama metodu Türk İslam düşüncesinin teori ile pratik arasında dengeli bir 
ilişki kurmasına dayanarak realist bir özelliğe kavuşmasına dolayısıyla hurafelerden korunmuş bir 
din anlayışının yaşatılmasında ve gerçeklerle çatışmayan bir Tanrı ve insan ilişkisinin yerleşmesinde 
başrol oynamıştır. Ona göre tutarlı bir inanç oluşturmada akıl başrol oynamaktadır. Ameli ve ahlaki 
yönüyle dengeli bir dini hayat ortaya koymada da yine akla büyük görevler düşmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder