Matüridî, yukarıda zikrettiğimiz gibi, dini anlamada akla vurgu yapmış ve insanın eylemlerini
gerçekleştirmede hür olduğunu ifade etmiştir. Ahlak felsefesinde de insanın sorumlu olabilmesi
için hür ve akıllı olması gerektiği kabul edilmektedir. Şimdi de onun ahlak felsefesi açısında
bu görüşlerinin önemini ortaya koymaya çalışacağız. Matüridî’nin ahlak teorisinde akıl, iyinin
kötünün güzelin ve çirkinin kendisiyle kavrandığı bir ölçüdür. Ancak insan akıl ile faydalı olanları
zararlıdan iyiyi kötüden ayırt edebilir. Ancak sosyal hayattaki meşguliyetlerin yoğunluğu aklı
karıştırır. Üzüntüler, değişik acı ve ızdıraplar ile sayılayamayacak kadar başka sebepler de aklın
doğru karar vermesine engel olur. Bu gibi sebepler yüzünden, şüpheye düştüklerinde insanlara
doğruyu göstermek üzere Allahın peygamber göndermesine ihtiyaç vardır. Sonuçta Maturidi’ye
göre ahlaki iyilik ve kötülüklerin bilinmesinde akıl yeterli ise de insanın gerek ruhi gerekse fiziki
şartları aklın doğru karar vermesine engel olabilmektedir. Bu gibi durumlar göz önüne alındığında
Allahın peygamber gönderip vahiyle emir ve yasaklarını bildirmesi akıl için bir kolaylaştırma
ve hafifletme kabilinden yardım ve irşad olmaktadır. Ancak sadece Allahın emretmesiyle iyiliği,
yasaklaması ile de kötülüğü bilinen ahlaki fiiller de vardır. Bunlar aklın herhangi bir cihetten
zorunluluk veya imkansızlık yüklemediği, iyiliği de kötülüğü de aklen mümkün olan fiillerdir.
Buradaki ahlaki iyilik ve kötülük fiilin kendisinden değil fakat bir ihtiyaca, bir duruma başlangıç
veya sonuca göredir. İşte bu gibi durum ve şartlara göre hükmün değişebildiği durumlarda ihtiyaç
ve durumları en iyi bilen birine lüzum vardır ki, bu insan da peygamberdir. İnsanın aklı ile kendi
faydasına ve zararına olan şeyleri bilmesinden dolayı aklını kullanması ve akıl yürütmeyi ihmal
etmemesi zorunludur. Zira yararlı ve zararlı olan hususların bilinmesinde kurtuluş bilinmemesinde
ise felaket vardır.
Maturidi’ye göre akli dengelerle tespit ve tesis edilmeyen bir inanç sitemi dengeli ve cazip bir ameli
ve ahlaki hayatın yaşanmasına engel teşkil eder. Bu nedenle bir parçası olduğumuz dünyanın yaratılış
amacı üzerinde kafa yorarak gerek İlahi fiil gerekse ahlak açısından fark edilmesi gereken metafizik
hikmetleri ve sonuçları kavramak suretiyle ahlak için gerekli olan sağlam bir inanç sisteminin
oluşturulması gerekir. Ona göre dinde öncelikle önemli olan tevhid ilkesini verimli olarak yaşamak
ve yaşatmaktır. Bu da ancak kökleri delillerle dayanan bilinçli ve hayatı çekilmez hale getirmeyen
bir inanç sistemiyle kavranabilir. Ahlaki ve ameli anlayışın bu inanç sistemine göre oluşturulması
insanların günlük fiil ve davranışlarının ona göre değerlendirmesiyle gerçekleştirilebilir. Burada
ferdin dini kişiliğine önem vermektedir. Bu fert merkezli bakış açısını, ahlak alanında daha bariz
bir biçimde ortaya koyan Maturudi, gerek dini gerekse ahlaki sorumluluklarda ferdi tercihlerin ve
kişiliğin önemli olduğunu vurgulamaktadır. Ona göre, inancında ve küfründe, yaptığı iyi işlerde
ve kötü işlerde, bütün fiillerinde ferde hürriyet tanımak gerekir. Allah insana temyiz gücü olarak
aklı verdiğine göre hangi fiilini işleyeceğine, kişi kendisi karar vermelidir. Bunu esas almayan
bütün anlayışlar insanın hürriyetini yok eder ki, bu durumda sorumluluktan bahsedilemez. Oysa
Maturidi’ye göre Allah yaratılışta insana aklı vermek suretiyle sorumluluğu o kişiye yüklemiştir.
Bu nedenle doğru ve sağlam işleyen bir akıl Tanrı’nın dünyayı yaratırken onun işleyişi ile ilgili
koyduğu ilkelere ve bundaki ilahi maksada uygun tercihlerde bulunur. Bunun sonucunda aklın tespit
ve tercihleriyle dinin bildirdikleri arasında bir zıtlık bulunamayacağı açıktır. Dolayısıyla iyiliği ve
kötülüğü insan aklıyla bilebilir. O halde, insanın iyiyi ve kötüyü bilmesi vahyin bildirmesinden
öncedir. Vahiy insanın bu bilmesini pekiştirmektedir. Klasik dille ifade edilecek olursa, bir şey iyi
olduğu için emredilmiş, kötü olduğu için yasaklanmıştır. Aksine emredildiği için iyi, yasaklandığı
için kötü değildir. Dolayısıyla mahiyetleri gereği iyi ve kötüyü, faydalı ve zararlıyı dinin maksadına
uygun olarak bizzat aklın kendisi keşfedebilir. Yeter ki akıl, şartlanmalardan uzak olarak serbestçe
hareket edebilsin. Maturidi ahlaki, sosyal ve toplumsal nedenlerden dolayı, dini her dönemde ihtiyaca
göre anlamak ve değerlendirmek için sorumlu tutulacak ferdin önündeki engellerin kaldırılması
gerektiği kanaatindedir. Bununda ancak dinle ilgili temel yaklaşımların hürriyeti engellemeyecek
şekilde formüle edilmesiyle mümkün olduğunu söylemektedir. O, dinin değişmez ve standart bir
anlayış biçiminin olmadığını ve her dönemin kendi ihtiyacına göre dinin yorumlanabileceğini dile
getirmektedir. Dindeki tevhid ilkesinin her dönemde aynı kaldığını uygulamaların döneme göre
değiştiğini ifade etmektedir.
Maturidi’nin irade özgürlüğüne yaklaşım şu şekildedir: Bir külli irade vardır ve bu Allah’ın
iradesidir. Bir de kulların kendilerinde, karşılaştıkları her konuda karar verirken kullandıkları,
Allah’ın kendilerine vermiş olduğu cüz-i irade vardır. İnsanlar bu cüz-i iradeyi kullanarak
eylemlerine karar verirler. Böylece, Allah’ın kullarını denemesi gerçekleşmiş olur. Bir tercih
yapma konusunda insan, iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı, güzeli-çirkini ayırabilme yeteneğine sahip
olarak yaratılmıştır. Bu yeteneğin temelinde akıl vardır. İnsanlara, elçiler aracılığı ile de yapması
ve yapmaması gerekenler bildirilmiştir. Bundan sonrası insanın kendi ile baş başa kalmasıdır ki, bu
noktada insanoğlu Allah’ın kendisine vermiş olduğu cüz-i iradeyi kullanır. Böylece Allah kulunu
denemiş(imtihan etmiş) olur. İnsanın kullandığı cüz-i iradeyi yok saymak, insanın yaptığı kötü ve
yanlış eylemlerden Allah’ı sorumlu tutmak anlamına gelir.
Maturidi fiillerde insan düşüncesinin ulaşamadığı ve akılların değerlendiremediği durumların
bulunduğunu ileri sürmektedir. Maturidi’ye göre insan aklının, fiillerdeki bazı gaye ve maksatlara
ulaşabildiği mümkün olabilirse de, fiillerin her yönünü ve ulaşacakları neticeleri bütün detayları
ile bilmesi imkansızdır. Zaten insanlığa peygamberler gönderilmesinin sebeplerinden birisi de,
insanların kavrayamayacakları, veya herkesin kavrayamayacağı, yanlışa düşeceği hususları onlara
bildirmek olduğu da, Maturidi tarafından ifade edilmektedir.
Maturudi’ye göre, insan fiilleri, bir yönden Allaha bir yönden insana aittir. O şöyle demektedir:
“İnsana ait olmayan yön fiilin yokluktan varlığa çıkarılması, insana ait olan yön ise, bu fiilin
insanın hür iradesiyle bizzat yapılmasıdır.” Buna göre insan fiillerini yaratan Allah’tır. Maturidi’
ye göre eğer fiillerini insan kendisi yaratmış olsaydı yaptığı işlerin her zaman arzu ettiği şekilde
gerçekleşmesi gerekirdi. O halde fiillerini insanın kendisi yaratmamaktadır. Yaratma yönünden
Allaha ait olan beşeri fiillerin, insana aidiyeti ise o fiilleri kesbetmesi yani işlemesi ve kazanması
yönündendir. Allah fiilleri oldukları gibi yaratmakta, istedikleri ve işledikleri ölçüde insanlar o fiillere
sahip olmaktadır. Fiillerin Allah tarafından yaratılmış olması, bu fiilleri eyleme dönüştürmesinde
insana herhangi bir zorunluluk yüklememekte, yaratılan fiillerden dilediğini yapıp yapmamak
hususunda insan tamamen hür olmaktadır. Esasen Allahın fiilleri yaratması da insanın istemesi,
beğenip seçmesi sonucunda gerçekleşiyor gibi gözükmektedir. İnsanın ahlaki sorumluluğu da
ondaki beğenme ve seçme hürriyetinden kaynaklanmaktadır. Kendi bağımsız hür iradesiyle seçip
eyleme dönüştürdüğü fiillerinden dolayı insan ahlaken sorumlu olmakta övülüp yerilmeye hak
kazanmaktadır.
Maturidi, eşyayı kendinde iyi veya kötü, sonuçlarına veya ihtiyaca göre iyi veya kötü olarak iki
kısma ayırmaktadır. Adalet ve doğruluğun iyiliği ile zulüm ve yalanın kötülüğü ile birinci kısma
girmektedir. Yani adalet her durumda iyi, zulüm de her durumda kötüdür. Buna göre adaletin iyiliği
aklen zorunlu kötülüğü de aklen imkansızdır. Öte yandan bozgunculuk yapandan intikam alınması,
hayvanların kurban edilmesinin iyi olması da ikinci duruma girer. Bunların aklen iyi olmalarında
herhangi bir zorunluluk veya imkansızlık söz konusu değildir. Demek ki Maturudi’de iyilik, kötülük
gibi ahlaki değerler objektif bir var oluşa sahiptir ve insan bu değerleri aklı ile kavrayabilmektedir.
Dolayısıyla aklen sabit olan temel ahlak ilkeleri ile vahiy ile bildirilenler arasında tam bir uyum
söz konusudur.
Sonuçta Maturudi, ahlaki değerleri hiçbir halde değişmeyenler ile şartlara ve durumlara göre
değişenler diye iki kısma ayırmaktadır. Hiçbir halde değişmeyen ahlaki değerler objektif olup
akılda kavranabilmektedirler. Bu konuda vahyin fonksiyonu aklı doğrulamak ve bu ilkelerin sosyal
hayata geçirilmesini teşvik etmektir. Şartlara göre değişen ahlaki değerler ise Allah’ın emir ve
yasakları ile belirlenmektedir. Aklen göreli olan bu değerler vahiy ile kesinlik kazanmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder