10 Eylül 2014 Çarşamba

Türkler ve İslam

Bir millet olarak Türklerin de kendine mahsus temel değerleri, onu diğerlerinden ayıran manevi 
dinamikleri vardır. Türk milletinin üzerine inşa edildiği maddi unsurların başında, üzerinde 
yaşadığı topraklar yani vatan şuuru gelmektedir. Bununla birlikte, onun manevi şekillenmesine 
katkıda bulunan dil, din, tarih şuuru ve kültürel değerler, bu milletin yıllarca ayakta kalmasına 
sebebiyet vermektedir.
Ziya Gökalp de dili ve dini, millet olmanın temel şartı saymaktadır. Türkler, dillerini korumayı, Türk 
kalabilmenin şartı olarak görmüş, dil kaybolunca, onunla beraber, bazı özelliklerin de kaybolacağı 
şuuruyla yaşamışlardır. Nitekim dilini kaybeden Türklerin Türklük’lerini de kaybettikleri tarihi bir 
gerçektir.
Türk toplumunda, diğer milletler de olduğu gibi, dini inanış ve uygulamalar, tarihin derinliklerine 
kadar gitmektedir. Türk tarihinde geleneksel dini inanışlar önemli bir yer tutmasına rağmen, 
bireysel uygulamalardan çok da ötelere gidememiş, kurumsallaşmasını tamamlayamamıştır. 
Dolayısıyla Müslüman olmadan önce Türkler, dini kimliklerinden çok, siyasi ve askeri özellikleri 
ile tanınmışlardır.
İlahi dinlerin sonuncusu olarak gelen İslam, doğrudan bireyi muhatap almış ve onda kendi ilkelerine 
uygun bir değişim meydana getirmiştir. Türkler, geleneksel inanışlarının da katkılarıyla toptan 
İslam’a girdiklerinde, bireyle birlikte bu değişim Türk toplumunun tamamında etkili olmuştur. Bir 
anlamda milli tarihimizin ortaya koyduğu en büyük inkılap, İslam dininin Türklerin ruhunda yaptığı 
inkılaptır. Nitekim Türkler, İslam ile birlikte bilim, sanat, adalet, medeniyet gibi insan ürünü bütün 
alanlarda çağ atlamış, hatta Müslümanlar dahil, diğer bütün milletlerin önüne geçmiştir.
Türkler, Müslüman olduktan sonra, kimliklerini yaşatabilmenin ikinci vasfı olarak İslam’ı 
görmüşlerdir. Zira onlar İslam’la benliklerini korumuştur. Ancak İslam’da Türklerle yücelmiş, 
yükselmiş ve yayılmıştır.
Rahmetli Erol Güngör, Türklerin Müslüman olmaları ile ilgili şu tespiti yapmaktadır: “Türklerin 
Müslüman olmaları hem İslam tarihi, hem Türk tarihi bakımından, dolayısıyla bütün dünya için pek 
önemli bir olaydır. Bu sayede Türkler birliğe kavuşmuş ve eriyip yok olmaktan kurtulmuşlardır. 
Bugün yeryüzünde Müslüman olmayan Türk yoktur ve Müslüman olunca kendini kaybedip yok 
olan bir Türk topluluğu mevcut değildir. Ama Türk soyundan gelmiş birçok topluluklar vardır
ki, bunlar İslam’dan başka dinlere girmekle hem dillerini, hem köklerini unutmuşlar; tamamen 
karakter değiştirerek kaybolup gitmişlerdir. Tuna Bulgarları bunun tipik misalidir; bu Türk 
topluluğu Hıristiyan olarak Slavlaşmışlar, bambaşka bir millet olmuşlardır.”
Türkler Müslüman olduktan sonra; “Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men 
eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Al-i İmran, 104) ayetini münhasıran 
kendilerine sorumluluk yükleyen bir emir gibi telakki etmiş ve bir anlamda asırlar boyunca bu 
sorumluluğun gereği olarak insanlığa hizmet etmiştir. Onlar “hikmetin başı Allah korkusudur” 
hadisinden hareketle her yaptıkları işte kendilerini Allah ile beraber hissetmişler “insanların 
hayırlısı insanlara yararlı olandır” hadisi gereğince yer yüzünde yıllarca medeniyetin öncüsü olma 
şerefine ermişlerdir.
Türkler her zaman ve zeminde hak ve adaletten yana tavır almışlar, daima mazlumun yanında 
olmuşlar, bunu yaparken Müslüman-Müslüman olmayan ayrımı yapmamışlardır. Binlerce örnekten 
sadece birisi: On birinci yüzyılın sonunda Haçlılar Kudüs’ü ele geçirdikleri zaman, Müslüman ve 
Yahudi, kadın erkek ve çocuk ayrımı yapmaksızın şehirde yaşayan ve sayıları yetmiş bin kişiyi 
bulan herkesi kılıçtan geçirmişlerdir. Hatta camilere sığınanları bile öldürmüşlerdir. Bundan bir 
asır sonra Selahaddin-i Eyyübi, Kudüs’ü onlardan geri aldığında Hıristiyan veya Müslüman hiç 
kimsenin burnu bile kanamamıştır.
Günümüzde dünya Türklüğünün ortak vasfı, Türkçe konuşması ve Müslüman olmasıdır. Türkçeyi 
unutmuş ve İslam dışında başka bir din kabul etmiş Türk kökenli toplumlarda, Türklükten pek bir 
eser kalmamıştır. Türkler toptan İslam’a girdikten sonra, Türklük ile İslam iç içe girmiş, İslam 
Türkün koruyucu zırhı, Türk İslam’ın şahlanışının ve yücelişinin şartı olmuştur. Bu nedenle 
Türklük denince İslam, İslam dendiğinde de Türkler akla gelmiştir.
Türk milletinin temel kurumlarından biri ailedir. Türkler, toplumun ve devletin bekası bakımından 
aileyi çok önemsemişlerdir. Onu geçici zevklerin tatmin edildiği bir yer olarak değil, kültürün, örf, 
adet ve geleneklerin öğretildiği, milli ve dini duygunun, tarih bilincinin verildiği, neslin devamı ve 
geleceğin güvencesi, kutsal bir kurum olarak kabul etmişlerdir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder