10 Eylül 2014 Çarşamba

KIZILELMA

......................................................................................................................Prof. Dr. Semih YALÇIN...

Türkler, özellikle Oğuz Türkleri arasında cihan hâkimiyetinin sembolü olarak ifadesini bulmuş bir 
mefhum veya mefkuredir. Kızılelma, Türklerin yaşadıkları bölgeye göre batı yönünde ulaşılması 
gereken bazen bir belde,bazen de bir ülkedeki taht veya mabet üzerinde parıldayan veya cihan 
hâkimiyetini temsil eden som altından yapılmış kızıl renkli altın bir yuvarlak yahut top olarak 
tahayyül edilmektedir. Bu altın top bazen zaferin işareti, bazen hâkimiyetin sembolü, bazen de 
fethedilmek üzere hedef seçilen yerin sembolü olarak ifade olunmuştur.Türklerde çok eski 
inanç ve töreye dayanan Kızılelma, Türkistan sahasından Hazar Denizi’nin doğusundan gelen 
Oğuzların, Hazar kağanının ipek çadırının üzerinde hâkimiyetin ifadesi olarak bulunan altın top 
(Kızılelma’yı)ele geçirmeyi ülkü edinmişler.
Buradan İran’da hüküm süren Türk boylarına, oradan da Osmanlılara geçmiştir. Osmanlı Türk 
devletinin Macaristan’da bulunan Kızılelma’yı bulup ele geçirmelerinden sonra fethetmek istedikleri 
yerlerde bir Kızılelma’nın varlığına inandığı ve bu uğurda mücadele ettiği görülmektedir.
Türkler, inandıkları Tek Tanrı’nın dünya hâkimiyetini kendilerine ihsan ettiğine iman etmişlerdi. 
Bunu Bilge Kağan’ın; “Tanrı irade ettiği için tahta oturdum; dört yandaki milletleri nizama soktum” 
sözlerinden de anlamaktayız. Yine Bilge Kağan’ın ağzından Türk imanı şöyle ifade edilmekteydi; 
Türk Tanrısı, milleti yok olmasın diye babam İlteriş Kağan’ı ve anam İl Bilge Hatun’u gökten tutup 
yükseltmiştir.
Oğuz Kağan’ın doğumundan itibaren ilahi bir nurla beslendiği tarihî ve efsanevî kaynaklarda yer 
almaktadır. Oğuz Kağan’ın Tanrı tarafından ilâhî kudretle techiz edilmesinin yanında yardımcısı ve 
rehberi de aynı kaynaktan beslenmiştir. Gökten indirilmiş Gök-Börü (Bozkurt) Oğuz’un seferleri 
sırasında ona kılavuzluk yapar. Oğuz Destanı’nda geçen şu mısralar bunu en güzel şekilde izah 
etmektedir:
“Ben sizlere oldum kağan Alalım yay ile kalkan Nişan olsun bize buyan Bozkurt olsun bize 
uran”
Turdı Han’ın 598 yılında Bizans İmparatoru Maurikianur’a gönderdiği mektupta geçen ; “Dünyada 
yedi iklimin efendisi ve yedi ırkın kağanı...” ibaresi ile Tuna Bulgarlarının hanı Melemir Han’ın 
kendisi ve şahsında ifadesini bulan Türkler için kullandığı; “Tanrı tarafından gönderilmiş Tanrı’ya
benzer Melemir Han...” ifadesi Türk milletinin İslâmiyet’ten önceki dönemde Tanrı tarafından kutlu 
kılınmış olduğu inancını göstermektedir. Bu ve buna benzer çeşitli inançlar, Türklerin İslâmiyet’i 
kabul etmelerinden sonra da devam etmiştir. Kendilerini Tanrı tarafından dünya nizamını sağlamak 
için gönderildiklerine inanmışlardır. Zira Türk insanının mücadeleci ruhu ve cihan hâkimiyeti 
ülküsü İslâmî inanışa da uygundu. İslamiyet’ten önce kahramanlara verilen ‘Alp’lik unvanı, 
İslâmiyet’ten sonraki dönemlerde alp-eren şeklini alıyor, böyle hayat buluyordu. “Benim Türk 
adını verdiğim ve şarkta yerleştirdiğim bir ordum vardır. Bir kavme gazaplandığım zaman onları o 
kavmin üzerine saldırtırım” mealindeki hadis-i kutsi, İslâm dünyasında Türkler hakkında söylenen 
rivayet ve kehanetlere örnektir. Hz.Muhammed’in; “Horasan’da Arap olmayan, güzel yüzlü hâkim 
bir insan zuhur edecek; onun adı da benimki gibi Muhammed olacak ve Büveyhilerin baskısına son 
verecektir. Horasan’dan Büyük Dervazat’a kadar fetihler yapacak. Irak, İran ve Mekke hutbelerinde 
adı okunacaktır “ mealindeki hadis ile “Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayınız” 
mealindeki hadisler bütün İslâm dünyasında dilden dile yayılmaktaydı.
Türkler, gerek İslâmiyet’ten önceki Gök Tanrı inancı zamanında, gerek İslâmî dönemde kendilerinin 
Tanrı tarafından dünyaya hükmetme ve adaleti sağlamak için yaratıldıklarına ve hayat felsefesinin 
bu düşünce ile şekillenmesi gereğine inanmışlardır. Eski dönemlerden itibaren dünya nizamını 
sağlamak üzere mücadele eden Türk milleti, İslâmiyet’i kabul ederek maddî ve manevî yönden 
bir yükselişe erişmişlerdir. İdeallerini, kendilerinin dünya nizamını sağlama ülkülerini bu iman 
kaynağından beslemişlerdir. Bu kaynak Kızılelma’nın manevi yönünü teşkil eder. Tarih ilminin 
tespit ettiği ve kendine mahsus ileri bir kültür örneği olan Bozkır kültürü, M.Ö. l500-l700 yılları 
arsında teşekkül eden ve yaşayan örnek bir kültür olarak bilinmektedir. Atın ehlileştirilmesi ve 
demirin ileri bir teknikle işlenmesi bu kültürün önemli özelliğidir.
Mücadeleci bir yapıya sahip olan Türk milleti, bunun gereği olarak ihtiyaçları ölçüsünde seyyar 
evler, hastaneler ve eğitim kurumları yapıyorlardı. Bu hâl onların kolay hareket etmelerine, mekân 
değiştirmelerine imkân sağlıyordu. Bunun yanında medeniyetin ölçüsü sayılan giyinme, en pratik 
ve en kullanışlı seviyededir.
Madde ile ruh,mazi ile hâl ve muhafazakârlık ile inkılâpçılık, Türk insanının yapısında öyle 
kaynaşmıştır ki, bu kaynaşmanın eseri, siyasî, içtimaî ve hukukî nizam, Türk devletlerinin 
ihtişamında belirerek yüzyıllarca yaşamış ve milletin yaşamasını sağlamıştır.
Bu birleşme, Türk milletinin sosyal yapısı ile yakından ilgilidir. Sosyal yapının çekirdeği olan 
ailenin sağlam olması, bunun uruğ, boy, budun şeklinde teşkilâtlanması, buradan devletin 
doğmasına ve devlet kanalıyla bir milletin ideallerini gerçekleştirmesi sonucunu getirmektedir. 
Aile, uruğ, boy ve il (Devlet)in sağlam teşkilâtlanması bir yandan millî ideallerin ve mefkûrelerin 
birliğini sağlıyor, bir yandan da Türk ruhundaki dinamizm ve hürriyet fikrinden olsa gerek, büyük 
devletlerin kurulması yanında parçalanmayı da beraberinde getiriyordu. Bu tarz katı devletçilik 
şekli, âdeta kendi arasında bir yarışa zemin hazırlıyor, Türkün Kızılelma’ya gitmesini daha da 
dinamik kılıyordu. Türk milletinin sosyal yapısı, sosyal yapıyı ayakta tutan maddî ve manevî 
dinamikler, onların Kızılelma’ya yol almalarını gerektirmekteydi. Binlerce yıldan beri milletin 
şuuraltına yerleşen bu duygu, tarihî dönemler itibariyle yeniden zuhur ediyor, yeniden millete 
hayat veriyordu. Onların hayata sıkı sıkıya bağlanmalarını ve kendi dinamiklerini korumalarını 
sağlıyordu. Oğuz Han’dan Alparslan Türkeş’e kadar Kızılelma ülküsü Türk milletinin var olma 
ve idare etme idealinin en üst seviyede olmasına işaret sayılır. Oğuz Kağan, hâkimiyetin sembolü 
olarak altın evini kurar,altın evin kurulmasından sonra sefere çıkar. Bunlardan ilki Hint seferidir. 
Hint ve Çin ülkelerini topraklarına katan Oğuz Han’ın elde etmek istediği Pekin Kızılelması’dır. 
Tarihçiler Çin’in (Pekin) Kızılelma olarak telâkki edildiği konusunda ittifak etmişlerdir.
Karanlıklar ülkesi, Çin ve Hint ile bütün Orta Doğu ve Kafkasları birleştiren ve burada hâkimiyet tesis 
eden Oğuz’dan sonra Hunlar tarih sahnesine çıkarlar. Batılıların Tanrının Kılıcı diye isimlendirdiği 
Atilla’nın hedefi batıdır. Ares Kılıcı olarak isimlendirilen dünya hâkimiyetinin vasıtası olan kılıç, 
Atilla’nın Kızılelma olarak batıyı seçmesine vesile olmuştur.
Abdalan-ı Rum, alp eren Şeyh Edebali ve onun damatları Osman Gazi ile Tursun Fakı...Oğuz’un 
Anadolu’daki Korkut Atasıdır. Osman Gazi’ye Selçuklunun bittiğini belirtir ve “Ona sultanlık 
veren Tanrı bana hanlık verdi. Eğer minneti şu sancak ise ben kendi sancağımı götürüp uğraştım. 
Eğer o, ben Al-i Selçukum derse ben de Gök Alp (Oğuz Han) oğluyum” dedirtir. Osmanlı Türk 
Devleti bu düşünceler üzerine kurulduktan sonra Kızılelma denilen büyük idealde açılım kazanır. 
Osmanlının ilk Kızılelması, Anadolu’da beylikler dönemine son verip Türk birliğini sağlamak 
olmuştur. Bunun için çeşitli mücadelelere girişen Osmanlılar, kardeş katline kadar varan büyük 
fedakârlıklar göstermekten çekinmezler. Gerek iç mücadeleler, gerek Moğol istilâsı bir yandan 
sıkıntıları getirirken, bir yandan da büyük ideallerin gerçekleşmesi için dinamik bir güç oluşturur. 
Sadece Türk milleti için değil, dünyadaki bütün milletler için kavşak noktası olarak bilinen ve 
kendine mahsus özellikleri haiz olan İstanbul, Osmanlının büyük Kızılelması olarak görülür. 
Hakkında çeşitli rivayetlerin dilden dile dolaştığı İstanbul, Fatih Sultan Mehmet’in dahiyane idare 
ve olağanüstü iradesiyle Türklerin hâkimiyetine girer.
Hz. Muhammed’in; “İstanbul muhakkak fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan 
ve onun askerlerine ne güzel askerlerdir” hadisi ile müjdelenen ideal, hayata geçirilir. İstanbul’un 
fethine kadar anlatılan, ancak İstanbul’un fethi ile olgunlaşan Kızılelma , Türk’ün dünyaya hâkim 
olma duygusunun bir ifadesi olarak hayata geçmiştir. Evliya Çelebi, Hz.Muhammed’in doğumunda 
ateşgedelerin sönmesi ve Tak-ı Kisra’nın sükûtu gibi harikulâde hadiseleri anlatırken Ayasofya 
kubbesiyle birlikte İstanbul Kızılelması-nın düştüğünü zikretmektedir.
İstanbul’un fethinden sonra Türk milleti için Kızılelma Roma’ya, St.Pierre’nin kubbesine taşınır. 
Burası Katolik dünyasının kalbidir. Türklerin hedefi artık Roma’dır. Zira Fatih döneminde yapılan 
Ortanto (İtalya) seferinin sebebi de budur. Roma Kızılelmasının düşürülmesidir. Atilla’dan sonra 
Roma’yı düşürmek Osmanlı Türklerinin büyük hedefleri arasındadır.Bir efsane Kızılelmanın 
Roma’ya taşındığını anlatır ve Türk’ü Roma’ya koşturur. Efsaneye göre, Kızılelma, Dağıstan’dan 
I.Anuşirvan tarafından İran hazinesine konulmuş,oradan da Roma’ya kaçırılmıştır. Bu anlatım 
tarihî kaynaklarda yer almaktadır. Bundan başka çeşitli mektup örnekleri, elden ele dolaşarak 
Türkleri Kızılelma’ya (Roma) davet eder. Bir başka Kızılelma ise Macaristan’dır.
Kızılelma, tarihimizde Türk birliği olarak da telâkki edilmiştir. Azerbaycan sahasından Ahunzade 
Mirza Feth Ali Bey’in yaktığı dilde Türkçülük meşalesi, İstanbul’dan eğitim sahasında Süleyman 
Paşa tarafından yakılmaya devam edilmiştir.
Buharalı Şeyh Süleyman Efendi’nin İstanbul’a taşıdığı Türk birliği fikri, Ahmet Mithat Efendi, 
Ahmet Cevdet Paşa, Şemseddin Sami, Necip Asım Bey ve Veled Çelebi tarafından yaşatılmaya 
başlanmıştır. Özellikle 19. yüzyılın sonunda l898 yılında Türk-Yunan savaşının olması, Türkiye’de 
Türkçülük fikrinin daha süratli kabul görmesini sağlamıştır. Dönemin aydınları, bir yandan Selanik’te 
Genç Kalemler hareketini başlatırken, bir yandan da İstanbul’da Türk Derneğini kuruyorlardı.1908 
yılında kurulan bu derneği,aynı gayeleri takip eden Türk Yurdu izliyordu (1911). Türk milletinin 
tarihini, dilini, edebiyatını, etnolojisini,sosyal ve siyasî problemlerini araştırmak ve halletmek 
gayesini güden bu derneğin faaliyetleri kesintisiz olarak l933 yılına kadar devam edecektir. Emrullah 
Efendi, Bursalı Tahir, Ziya Gökalp,Tunalı Hilmi, Ağaoğlu Hikmet gibi şahsiyetlerin omuzlarında 
gelişen Türkçülük cereyanı,1900’lü yılların başından itibaren yanına siyasî ve askerî kesimlerden 
de destek almak suretiyle olgunluk kazandı
Ziya Gökalp’in fikri birikimi,Türkçü düşüncenin merkezinde yer almasını sağladı.1920 yılında 
kurulan Türkiye Devleti, bu fikri birikimin ürünü olarak tarihteki yerini aldı. Kızılelma’nın Turan 
olarak şekillendiği bu dönemin en büyük ve ilk safhası olan Türkiye Devleti kuruldu. Zira Turancılık 
üç aşamalı bir fikir sistemi olarak ortaya atılmıştır. Bunlar sırasıyla, Türkiyecilik, Oğuzculuk 
(Türkmencilik) ve Turan (Türk Birliği)dır. Turan Devleti fikrinin savunucularından biri olan Ömer 
Seyfettin, devletin yönetim şekli olarak İlhanlığı teklif eder.
Aynı fikrin sonraki temsilcilerinden biri olan Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu Devleti olarak 
isimlendirilir. 1920’detamamen Türk millî düşüncesi üzerine kurulan yeni Türkiye Devleti, İkinci 
Dünya Savaşı’na kadar bu temel felsefe üzerinde hayatiyet bulur. 1940’lı yıllarda iyici filizlenen bu 
düşünce, döneminde birçok şahsiyetin yetişmesine ve fikrin yayılmasına vesile olur. Kızılelma’nın 
Türk milletinin manevî besini olduğunu söyleyerek bunu Turan fikri ile kuvvetlendiren Nihal Atsız 
ve 1960’lı yıllardan itibaren Kızılelma, Turan fikrini Türk politik çevrelerine taşıyan ve doktiriner 
bir çehresi olan Alparslan Türkeş. Millî devlet-güçlü iktidar sloganıyla kitlelere aktarılan düşüncenin 
ilk safhası güçlü bir Türkiye Devleti idealidir. Tamamen inkılâpçı bir ruha sahip olan siyasî görüş, 
Dokuz Işık doktirini ile güçlü ve bulunduğu konumda çevresinin güç odağı olan Türkiye Devleti’ni 
gerçekleştirmek gayretindedir. Nitekim yüzyılımızın son çeyreğinde dünyada olan gelişmeler bu 
fikrî ve siyasî görüşün haklılığını ispat etmektedir. Millî ülkü olan Kızılelma, Türk birliğinin, yani 
Turan’ın tesisidir. Bunun birinci dönemi bağımsızlık, ikinci dönemi birlik, üçüncü dönemi ise 
fetihler dönemidir. Buradan hareketle denilebilir ki, tarihî dönemlerden itibaren tecrübelerle sabit 
olan Türk birliği fikri, günümüzde yeniden hayat bulmuştur. Özellikle yetmiş yılı aşkın bir süredir 
Rus egemenliğinde yaşayan Türk gruplarının bağımsız devletler olarak dünya devletleri içinde 
yer almaları başka Türk gruplarının şimdilik federasyon yapısı içinde yarı bağımsız olmaları ile 
başta Türkiye ile olmak üzere Türk devlet ve toplulukları arasında başlayan iş birliği, Türk’ün 
Kızılelma’sı olan Turan’a giden bir yol olarak görülmektedir.
Ulaşılması gereken hedef, mefkûre olarak anılan Kızılelma, zaman zaman coğrafî yerlere isim 
olarak verilmiştir. Bu yer veya varılması gerekli coğrafyalar Macaristan, İstanbul, Roma, Engirüs, 
Viyana gibi beldeler olmuştur. Ancak sadece coğrafî yer, ulaşılması, fethedilmesi gerekli belde 
olmaktan çok, Kızılelma,Türk milletinin hedefi olarak zihinlerde yer etmiştir. Zaman zaman bir 
devlet olma ideali olan Kızılelma, çoğu kez Türk birliği idealinin ismi olmuştur. Bugün de Türk 
milletinin birleşme ideali, Turan Devlet fikri olarak yaşamaktadır.
Görüldüğü gibi Kızılelma konusunda netice olarak şu söylenebilir; “Türkler için Kızılelma, üzerinde 
düşünüldükçe uzaklaşan ancak uzaklaştığı oranda cazibesi artan idealler veya hayallerdir.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder