13 Kasım günü evinde gözaltına alınan Alparslan Türkeş de Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’ye
sürgüne gönderilmişti. Türkeş sürgüne gönderilişi hakkında hatıratında şu bilgileri vermektedir;
“Ailece Esenboğa’dan gece saat 23’te hareket ettik. Ertesi sabah, mahallî saatle 6.30’da Yeni Delhi
Havaalanı’na indik. Tarih, 20 Kasım 1960’ı gösteriyordu. Hindistan çok sıcaktı. Böyle bir havayla
karşılaşacağımızı hiç tahmin etmiyorduk”.
Alparslan Türkeş kısa zamanda Hindistan’a uyum sağladı. Türkiye Büyükelçiliğinde müşavir olarak
göreve başladı. Yabancı diplomatlarla kısa zamanda kaynaştı. Ayrıca tasfiye hareketi ile dünyanın
dört yanına dağılan arkadaşları ile temasa geçti. Sürgündeki 13 arkadaşı ile mektuplaşmaya başladı.
Arkadaşlarıyla haberleşmesi kontrol altında tutulmasına rağmen yazdığı mektupları Beyrut’ta
bulunan MİT görevlisi bir tanıdığı vasıtasıyla Türkiye’ye ulaştırabiliyordu. Ayrıca Yunanistan,
Kıbrıs, İtalya ve Almanya üzerinden Türkiye ile yazışma yapabiliyor ve bu sayede Türkiye’de
olup bitenleri vakit kaybetmeden öğrenebiliyor ve ona göre tavır alabiliyordu. Sahip olduğu bu
konumunu iyi değerlendiren Türkeş, bu sayede çok uzaklarda olmalarına rağmen 14’leri aynı
hedeflere yönelterek uzun süre ayakta tutmaya çalışmıştır.
13 Kasım tasfiyesinde 14’ler grubunun ortadan kaldırılması dahi düşünülmüştü. Ancak grubun ordu
içindeki kuvveti ve taraftar kitlesinin fazlalığı 13 Kasımcıları bu düşüncelerinden vazgeçirmişti.
Sonuçta 14’lerin sürgüne gönderilmeleri en iyi çıkış yolu veya ceza olarak görülmüş ancak yurt
dışında olmalarına rağmen Alparslan Türkeş ve arkadaşları daima potansiyel bir tehlike olarak
kabul edilmiştir. Bu tehlikeyi bertaraf etmek ve grubun dağılmasını sağlamak amacıyla çeşitli
entrikalara girişilmiş, 14’ler birbirleri aleyhine kışkırtılmaya çalışılmıştır
13 Kasımdan sonra Türkiye’de basın, siyasî partiler ve MBK’nın müşterek hedefi 14’leri parçalamak
şeklinde tezahür etmiştir. 13 Kasımcıların bu tür manevralarının 14’ler üzerinde kısmen etkili
olduğunu söylemek mümkündür.
Türkeş’in Hindistan’da bulunduğu süre içinde arkadaşları ile yaptığı mektuplaşmalar incelendiğinde;
sürgünden hemen sonra çeşitli dedikodu ve yalanlarla zedelenmiş olan 14’ler grubunun ilişkilerini
düzeltmeye çalıştığı görülmektedir. Alparslan Türkeş yeni yıl münasebetiyle 1962 yılında
arkadaşlarına yazdığı mektupta 14’leri “Türklüğün ümit dünyasını aydınlatan meşale” olarak
değerlendirmesi bunun en önemli kanıtıdır.
Türkeş, 14’ler arasındaki birliği sağlayabilmek amacıyla bazı prensipleri tespit ederek grubun
bu ilkelere uymasına gayret sarf etmiştir. Türkeş’in Hindistan’da iken tespit ettiği prensipler
şunlardır;
a) 14’ler birbirlerine karşı körü körüne itimat ve güven beslerler.
b) Birbirleri hakkında duydukları haberleri, her şeyden önce ilgili arkadaşlarına bildirerek kendilerini
aydınlatmasını isterler ve ondan sonra bu gibi haberler üzerinde mütalâa yürütürler.
c) 1 Ocak 1962 tarihinden önce, 14’ler arasında geçen sözler, münakaşalar ve işitilmiş olan
dedikodular unutulmuş olup, bir daha arkadaşlar arasında bunlar üzerinde konuşma ve yazışma
yapılmaz.
ç) 14’lere dâhil bulunan kimseler, çok şerefli ve faziletli kimseler olup, onların gereksiz bir hareket
yapacağı kabul edilmez ve düşünülmez.
d) İnsan olarak, herkesin tabiatı ve itiyatları diğerlerinden farklıdır. Bize kusurlu görünen taraflarını
da hoş görerek arkadaşlarımızı bağrımıza basarız.
e) 14’lerden olmayan kimselere, kendi arkadaşlarımızdan herhangi biri aleyhinde söz söylenmez,
tenkit yapılmaz.
Alparslan Türkeş, Türkiye’de yıllardan beri gayrimeşru servetler elde etmiş ve büyük bir
imkân sağlamış ayrıca basın kudretini kontrolleri altına almış olan mütegallibelere karşı sadece
14’leri önemli bir güç olarak görüyordu. Bu yüzden Türkiye’nin menfaatleri açısından 14’lerin
dağılmaması için azamî gayret sarf etmiştir. Bu sebeple de daha Hindistan’da iken Türkiye’ye
dönüşü sonrasında nelerin yapılması gerektiğini düşünen ve bu hususta plânlar yapmış ve 27
Mayıs Hareketi ile gerçekleştiremediği “Sosyal Reform Politikası”nı bu defa 14’ler vasıtasıyla
tatbik etmeyi düşünmüştür.
Türkeş ve arkadaşları için Türkiye’deki en büyük engel daima CHP ve basın olmuştur. Türkeş
bu konuda şunları söylemektedir; “CHP ve Ahmet Emin’le Falih Rıfkı’nın başında bulundukları
basın çetesi, bizim barışmaz düşmanlarımızdır. İhtilâlden sonra ben bunları teskin ve tatmin için
kendilerine birçok defalar izahat ve teminat verdim. Dostluk gösterdim, menfaatler sağladım.
Fakat onlar düşmanlıklarından vazgeçmediler. Çünkü bizim yapmak istediğimiz sosyal reformlar,
onların menfaatlerine uygun düşmemektedir. Düne kadar bizleri, diktatörlük heveslisi, faşist veya
komünist hayranı diye itham ederek kendilerini demokrasi ve hürriyetin koruyucusu ilân eden
bu adamlar, bu defa “Devletçi Sosyalizm” taraftarı olduklarını ilân ediyorlar. Şu hâlde samimî
olmadıkları aşikâr bulunan bu sürüye, “bizim fikirlerimizi taşıyorlar” diye güvenmeye ve onlara
dayanmaya kalkmak imkânsızdır”.
Alparslan Türkeş sürgünde bulunduğu süre içinde değişik zamanlarda Avrupa’ya geçerek
arkadaşları ile fikir alışverişinde bulunmuştur. Bu görüşmelerde genellikle 14’lerin Türkiye’ye
dönüşü sonrasında nasıl bir politika takip edilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder